31 Aralık 2012 Pazartesi

Issız Ada Radyosu Arşivi (Aralık 2012)

Birth of Joy - Life in Babalou
Yıl: 2012 Hollanda
Tür: Hard Rock, Stoner Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Fat Fish"
Hogjaw - Sons of the Western Skies
Yıl: 2012 ABD
Tür: Blues Rock, Hard Rock, Stoner Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Road of Fools"


The Dt's - Nice 'n' Ruff: Hard Soul Hits, Vol. 1
Yıl: 2005 ABD
Tür: Blues Rock, Alternative Rock, Cover
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Crazy 'Bout You Baby"


Take Me Home Tonight OST
Yıl: 2010 ABD
Tür: Pop, Pop/Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: Wang Chung - "Everybody Have Fun Tonight"

Wild Nothing - Gemini
Yıl: 2010 ABD
Tür: Dream Pop, Indie Pop, Post-Punk
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "The Witching Hour"

Cosmetic - Conquiste
Yıl: 2012 İtalya
Tür: Indie Rock, Shoegaze
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Lenta Conquista"

Fight Bite - Fight Bite
Yıl: 2012 ABD
Tür: Dream Pop
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Belle"


Daryl Hall & John Oates - Ooh Yeah!
Yıl: 1988 ABD
Tür: Pop/Rock, Pop Soul
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Everything Your Heart Desires"

Alhousseini Anivolla - Anewal / The Walking Man
Yıl: 2012 Nijerya
Tür: African Blues Rock, World
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Imoussanan"
Hediye Güven - Yengeç
Yıl: 2012 Türkiye
Tür: Pop Jazz, Pop Soul
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Cowboy Song"


Ørkenkjøtt - Ønskediktet
Yıl: 2012 Norveç
Tür: Progressive Death Metal, Progressive Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Fem Soler"

Pet Shop Boys - Actually
Yıl: 1987 İngiltere
Tür: Synth Pop, Dance-Pop, Electropop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "What Have I Done to Deserve This?" (with Dusty Springfield)


Los Straitjackets - ¡Damas y Caballeros!
Yıl: 2001 ABD
Tür: Surf Rock, Rockabilly
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Outta Gear"


Ali Hassan Kuban - Real Nubian: Cairo Wedding Classics
Yıl: 2001 Mısır
Tür: African / Arabic Popular Music
"F" Rate: 9/10
I.A.R. tavsiyesi: "Gammal"


Petra Marklund - Inferno
Yıl: 2012 İsveç
Tür: Pop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Nummer"

Fort Knox Five - Radio Free DC
Yıl: 2008 ABD
Tür: Funk, Pop Soul, Breakbeat
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "The Spirit of '75" (feat. Mustafa Akbar)

Coffeehouse - Square One
Yıl: 2012 Şili
Tür: Pop/Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Turning Years"

Nazareth - The Newz
Yıl: 2008 İngiltere
Tür: Hard Rock, Rock, AOR
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Gloria"


Şenay - Honki Ponki
Yıl: 1980 Türkiye
Tür: Pop, Folk Pop
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Honki Ponki"

Soundgarden - Superunknown
Yıl: 1994 ABD
Tür: Grunge, Alternative Rock
"F" Rate: 9/10
I.A.R. tavsiyesi: "Spoonman"

27 Aralık 2012 Perşembe

Soirée - Let's Play Tennis


Kanadalı Max Essa ve Stevie Kotey'den oluşan Soirée, 2009'da çıkardıkları bir EP ve ilk albümleri Zim Zim Zah Zah'ın ardından 2012'nin benim açımdan parlak albümlerinden biri olan Let's Play Tennis'i dans ve nu-disco sevenlere yeni yıl armağanı niyetine sunuyorlar. Kulüp ortamlarından gelme Essa ve Kotey, bir beach party safsatası yerine daha elit, stilize, progressive aynı zamanda ağlenceli bir müzik yapıyorlar. Zaten şu nu-disco denilen olaya uzaktan ilgim vardı da, adam gibi bir albüm duyamamaktan şikayetçiydim nicedir. Duyduğum bazıları da sound olarak kendini sevdirse de, bir türlü albüm şekline bürünememişlerdi gözümde. Let's Play Tennis bu tarzın bir başyapıtı değil. Ancak sekiz şarkılık (albüm sonundaki Let's Play Tennis (Alternative Version)'ı da çıkardık diyelim yedi şarkılık) kapasiteyi ve beş küsür dakikalık dans şarkılarını dezavantaj olarak görme eğilimindeki benim gibileri bile tavlama potansiyeli olduğundan kayıtsız kalınmaması gereken albümlerden.

Let's Play Tennis'in her bir şarkısı kendi inceleme alanını yaratmaya müsait inceliklere sahip. Mesela kapıda karşılayan We Gotta Move It On, progressive tasarımıyla hem detaylıca dinlemeye, hem de durduğu yerde kıvırmaya davet eden bir yapıda. Know The Love aynı yapıyı sürdürdüğü gibi sanki biraz daha kulüp ciddiyetine (o neyse artık!) ve dans dinamiğine bağlı bir çizgide yürüyor. I'm Superman basit görünen altyapısını gitarımsı bir sentetik ses örgüsüyle zenginleştirip ilginçliğine renklilik, renkliliğine bir renk daha ilave ediyor. Let's Play Tennis (Full Backhand), eskiden tenis oynarken tanışan Max Essa ve Stevie Kotey'in geçmişi yad ettikleri, aynı zamanda 80'ler new wave'ini de kendi soundlarına katıp terkilerine attıkları lezzetli bir başka parça. Grubun Ramallah Calling şarkısına SoundCloud'un yaptığı "belly dancing disco sounduyla sizi bir yumrukta nakavt edecek" yorumuna bayıldım. Arabik ve komik vokalleri etnik öğelerle birleştirip kıpır kıpır bir dans lezzetine dönüştüren Essa ve Kotey, bu şarkıda da 1991'de Ramallah'ta katıldıkları bir tenis turnuvasını anmışlar beraberce.

Albümde efsane İngiliz grup The Police'in 1979 albümü Reggatta de Blanc'dan Walking On The Moon coverı da yer alıyor. Hani Soirée'nin kendi şarkısı deseler kimse kolay kolay farketmez neredeyse. Olur böyle vakalar. The Police hayranları hemen yakalar belki. Let's Play Tennis'i yakalayacak hayran kitlesi ise eski ve yeni arasında kurulan köprü üstünde suyu seyretmeyi seven elektronik dans müziği tutkunları olur genelde. Kapağında Olivia Wilde'a benzeyen bikinili Hed Kandi animasyonları bulunan Ibiza derlemeleri fanatiklerinin hoş bir mola vermelerini de sağlayabilir belki bilemiyorum. Tenis sevenler de uğrasın. Albümü ilginç bulmak hiç zor değil. Ama ilginç bulurken o ilginçliğin bunaltmaya dönüşmesi de var ki, bence Soirée ilk albüm Zim Zim Zah Zah'daki o sıkıcılığı çoktan üstünden atmış.

1. We Gotta Move It On
2. Know The Love
3. I'm Superman
4. Let's Play Tennis (Full Backhand)
5. Eggs
6. Ramallah Calling
7. Walking On The Moon
8. Let's Play Tennis (Alternative Version)

24 Aralık 2012 Pazartesi

Wild Nothing - Nocturne


İlk defa 2009 yazında Wild Nothing adıyla şarkı yazmaya başlayan Jack Tatum'un bu ad altında yaptığı ikinci albüm olan Nocturne, Ağustos sonunda çıkmış olmasına rağmen içinde bulunduğumuz yılın şu son günlerinde ancak rastlayabildiğim ve beni kalbimden vuran "anlatılmaz yaşanır" bir albüm. Ne var ki onu anlatmak için buradayız. En iyi tarafından bir post-punk, dream pop albümünü artık nasıl anlatabilirsek. 2010'da iki EP, yine aynı yıl çıkan ve birçok derlemede en iyiler arasında gösterilen debut Gemini ile kendini indie alemine kabul ettiren Tatum'un dört kişilik grubu Wild Nothing, şimdi de 2012'nin en iyi albümlerinden biri olan Nocturne'e adını yazdırmakta. Albümden şimdiye dek Shadow ve Paradise şarkıları single olarak çıkmış. Ama Nocturne öyle bir albüm ki, halet-i ruhiyesini hiçbir ticari terimle ifade etmek mümkün değil. Ancak nostalji mazoşistlerinin, kafası güzel gece kuşlarının, kendini rüyasının akışına salıvermiş dream pop / synth pop / post-punk azmanı müzifillerin gönlünü hoş edecek türden sesler verip renkler boyuyor.

80'lerde kalmış bir ifade olarak "tecimsel" açıdan yaklaştığımızda iki single Shadow ve Paradise, grubun 80'lerin bize o sıralar pek de "dream" gelmeyen yanına cuk oturan kişilikte şarkılar. Zaten bu durum grubun genel karakteri aslında. Ön saflara sürülen bu iki şarkının gerisinde en az onlar kadar değerli, onlar kadar neon ışıklı dokuz şarkı daha bulunmakta. Örneğin bahsetmek için sabırsızlandığım bir Nocturne var ki, sadece bu yıl değil, uzun zamandır kulağıma çalınan en güzel şarkılardan biri. Gitarıyla, synth ritimleriyle, Jack Tatum'un ketum vokaliyle bir albümün içinde barındırabileceği en mükemmel şarkılardan biri. Bir 80'ler çağrışımı olması yanında, onu duyduğunuz ve kazandığınızı hissettiğiniz anda nostaljik efkarın yanına bonus niyetine derin huzur içeren bir organizma. Keza, basit (ama vurucu) bir gitar rifinin şarkı içinde hem gitar hem de vokal olarak algılanabileceğinin canlı ispatı Disappear Always de kıyıda köşede kalmış numarası yapan bir başka Wild Nothing harikası.


Through The Grass'in teslim olunası vokal tasarımı ve yoğun dream pop tınıları, Counting Days'in her an Cindy Lauper vokale girecekmiş gibi duran, eskinin kaset formatındaki mütevazi B4 duruşu, Only Heather'ın bu düşsel soundu biraz olsun indie pop formatıyla bütünleştirmesi tümüyle Wild Nothing'in artıları. Zaten o artılar o kadar fazla ki, bu eski telden çalma eğilimi yüksek albümü bir çırpıda dinleyip eskitesi gelmiyor insanın. İşaret parmağımı yalayıp en yakın düzlüğe yazıyorum ki şu albüm 80'lerde çıkmış olsaydı tartışmasız bir pop başyapıtı ilan edilirdi. Ha, belki Pet Shop Boys, Rick Astley veya Cindy Lauper hayranları tarafından değil de The Cure hayranları tarafından edilirdi. Müzikal şahaneliği bir yana, Nocturne'ün lirik tarafı için çeşitli kaynaklarda kullanılan referanslar zaten The Cure diyor, Morrisey diyor, Depeche Mode diyor, David Bowie diyor. Yine de henüz yeni olmalarına dayanarak duygusal bir temkinlilikle geçen yıl The New Division'ın Shadows albümüne ne övgüler dizdiysem aynısını Wild Nothing'in Nocturne güzelliği için dizme eğilimim var. "Temkinli Teslimiyet" iş görür bir tamlama. Tam da Wild Nothing'i tanımlamaya çalışan bir tamlama.

1. Shadow
2. Midnight Song
3. Nocturne
4. Through the Grass
5. Only Heather
6. This Chain Won't Break
7. Disappear Always
8. Paradise
9. Counting Days
10. The Blue Dress
11. Rheya

18 Aralık 2012 Salı

Black Nite Crash - Drawn Out Days


Black Nite Crash, 2002'de Seattle'da kurulmuş bir shoegaze harikası. Resmi kayıtlarda 6-7 kişi görünüyorlar. Ancak 5-6 kişilik grup fotoları mevcut. İsterse 9-10 kişi olsunlar, yaptıkları müzik shoegaze adına son yılların en kalburüstü örneklerinden biri. 2012 yılına ait ikinci albümleri Drawn Out Days ise sadece shoegaze adına değil, bu yılın en iyi albümlerinden. Türün belli hassasiyetlerini harfiyen yerine getiren grup, bazı akranları gibi sıkıcı ve boğuk bir muğlaklıktan ziyade, daha sert, dingin, yoğun, huzurlu ve anlaşılır olmayı aynı anda becerebilen bir kişiliğe sahip. 2008'e ait sekiz şarkılık ilk albümleri Array'i henüz dinleyemedim. Fakat ratingleri yüksek Array'in Drawn Out Days'den daha üst seviyede olduğunu pek sanmıyorum nedense. En fazla eşittirler. Çünkü Drawn Out Days'in verdiği doygunluk, kaliteli bir shoegaze albümünden beklenen ne varsa içeriğinde taşıyor zaten.

90'lar Sonic Youth'undan izler taşıyan Baby It's You ile başlayan albüm, beş buçuk dakika boyunca ritmik altyapısı üzerine marshmallow kıvamında gitarlar döşenmiş Blink Of An Eye ile hiç sağa sola sapmadan sürüyor. Şarkının arada bir sapmasını da istemiyor değiliz ama bu haliyle yarattığı meditatif etkinin tadı bir başka. Bir sert bir yumuşak, iki ters bir düz ilerleyen albüm, farkında olmadan veya olarak eşine çok da sık rastlanmayan bir shoegaze dengesi üzerinde salınıyor. Mesela Love and Drinking'in folk rock ve countryvari düzeneği, hemen peşinden gelen Just Not Enough'ın karizmatik sert kasveti ile belli belirsiz bir uyum içinde. The Astronavagatrix'in girişini duyunca "anam, adamlar Alice In Chains'in No Excuses şarkısını coverlamışlar sanki" diye elim ayağım birbirine dolandı. Ama bas, davul ve gitar bu uzun şarkının kendi yolunu çizen bir Black Nite Crash mamülü olduğunu kısa sürede açıklığa kavuşturdular. Delusion Blues tam adı gibi desek yeridir. Başka açıklama istemez. Final ise albümün şanına yakışır biçimde epik manzaralar yaratan Atmosphere harikasıyla yapılıyor.

İsmi bahse mevzu olmamış diğer şarkılar ise grubun shoegaze damarının fazla kabardığı, nispeten diğer şarkıların yanında kanımca ikinci plana düşmüş tipten. Satır aralarında geçen isim ve türler grubun karakterinin taklitçi bir zihniyetten oluştuğunu düşündürmesin. Black Nite Crash ekibi bu elementleri shoegaze raconlarına zeval vermeyecek kıvraklıkla eritip sunuyor. Her şarkının arkasında bir diğeri, defansa ya da forvete destek olmayı bekleyen oyuncular misali sağlam duruyor. Shoegaze'in en sevdiğim yanı olan mutsuz ruh haline tam bir hakimiyetle, o mutsuzluğa adı konulabilir anlamlar yüklüyorlar. Konulacak bu adlar da belki o malum muğlaklıktan nasibini alacaktır. Bu tür sınırları içinde (her tür sınırları içinde olduğu üzere) işin kolayına kaçmak çok kolay. Kendinizi olabildiğince kapatır, sesleri gürültüye, gürültüyü huzurlu / huzursuz şarkılara dönüştürmeye çalışırsınız. Ama atmosfer oluşturmak, dinleyeni bu atmosferin içine sokabilmektir mühim olan. Black Nite Crash kendi uydusunu atmosferden geçirip uzayda gezdirmeye başlamış bile.

1. Baby It's You
2. Blink Of An Eye
3. Our Love Is Dead
4. Love and Drinking
5. Just Not Enough
6. Never Wanna See You Again (She Said)
7. The Astronavagatrix
8. Delusion Blues
9. Silent Town
10. Atmosphere

12 Aralık 2012 Çarşamba

Soundgarden - King Animal


1996 tarihli Down On The Upside ile 2012 tarihli King Animal arasında Soundgarden cephesinde türlü olaylar yaşandı. Bunları yaşarken Soundgarden diye birşey pek kalmamıştı zaten. Üzerinde Soundgarden yazan en son albüm olan Down On The Upside'ın ardından biraz da grunge'ın modası geçmişliğiyle grup eski tutkusunu yitirmiş, 1998'de olaysız bir şekilde dağılmıştı. Zeka küpü basçı Ben Shepherd, grunge döneminin saygın gruplarından Screaming Trees'in solisti Mark Lanegan'ın solo albümlerine katkıda bulundu. Gitarist Kim Thayil her zamanki cool tavrıyla el altından çeşitli gruplara ve konserlere konuk oldu. 2003'te Rolling Stone dergisi tarafından tüm zamanların en iyi 100 gitaristi arasında gösterildi. Hatta bir ara Jello Biafra (Dead Kennedys) ve Krist Novoselic (Nirvana) ile sol cenahtan yüklenen politik tabanlı No WTO Combo adında bir grup bile kurdu. Davulcu üstün insan (belki insan bile değil!) Matt Cameron yabancıya gitmedi. Pearl Jam davulcusu Jack Irons sağlık sorunları nedeniyle erken emekli olunca Eddie Vedder ve Stone Gossard tarafından grubun Yield turunda çalması için davet edildi. Daha önce Temple Of The Dog efsanesinde birlikte çaldıkları için Cameron bu teklife "canınızı yirim" şeklinde karşılık verdi. Pearl Jam gitaristi Mike McCready'nin dediğine göre Cameron gruba katıldığı andan itibaren iki hafta içinde 80 şarkıyı çalabilir hale gelmişti. 98'den beri de Pearl Jam için baget sallıyor kendisi. Soundgarden'ı ve aslen 90'lar grunge kültürünü karakterize eden en önemli unsurlardan biri olan Chris Cornell ise belki de aralarında en faal olanlarıydı.

Fakat onun faaliyetleri, bir zamanlar en büyük hayranı olan, sadece notaları okusa bile dinlerim diyen beni (ve benim gibi düşündüğünü bildiklerimi) hayalkırıklığına uğrattı. Dağılma sonrası Euphoria Morning (1999) ve Carry On (2007) soloları vasatı aşamadı. Rage Against The Machine'de Zack de la Rocha ayrıldıktan sonra onun yerini Audioslave adı altında alacağı duyulunca heyecan dalgası yaratsa da, üç albümlük Audioslave macerasından kendi adıma hiç mi hiç memnun kalmadım. O defterin de kapanmasının ardından bu kez bir Chris Cornell solosu daha gündeme geldi. Gelmez olaydı! Ünlü hip-hop yapımcısı, bestecisi, müzisyeni Timbaland ile yaptığı Scream, 2009'un açık ara en kötü albümüydü belki de. Bütün bunlardan anlaşılabileceği üzere Cornell'a Soundgarden'dan başkası yaramıyordu. Lakin kanımca 2012 tarihli gıcır gıcır King Animal, artık Cornell'a Soundgarden'ın da yaramadığını gösteren sıradan bir albüm ne yazık ki.


Her grunge temalı albüm eleştirisinde bahsetmeyeni dövdükleri efsane dörtlüden Alice In Chains ve Nirvana ağır kayıplar vermiş, zoraki de olsa kariyerlerini zirvede bırakmışlardı. Özellikle 98 tarihli Yield'dan sonra benim için iyice çekilmez hale gelen Pearl Jam ise eski görkeminden uzakta, biraz da orta yaş sakinliğinden / krizinden muzdarip sıkıcı albümler çıkarmayı sürdürüyor. Bütün bunlar düşünüldüğünde Soundgarden'ın 14 sene sonra toparlanıp albüm çıkarması müthiş bir olaydı. Ama görülüyor ki grunge'ın son kalesi de King Animal itibariyle düşmüş durumda. Mayıs 2012'de çıkan toplama albüm Classic Album Selection ile ticari strateji gereği eskileri toparlayıp gerilimi tırmandırmaya çalışmalarına da gerek yoktu. Albümün çıkacağını ilk duyduğumda kontrolsüz bir heyecan yerine iki arada bir derede kaldığımı hissettim. Bir yandan 90'lara efsane olmuş bir grubun aynı kadroyla tekrar omuz omuza albüm yapıyor olmaları, bir yandan da yakın bir geçmişte orada burada gerzekçe kariyer hamleleri yaparak kimilerince o görkemli geçmişe ihanet etmekle suçlanan Chris Cornell'in uzun süreli formsuzluğu, King Animal'a temkinli yaklaşmamı sağladı.

Bu temkinlilik hali, albümü baştan beğenmemeye kendini şartlandırmış bir vaziyette değildi. Tam tersi, şu albüme 14 yıl aradan sonra bir zamanlar oduncu gömlekli, yırtık kotlu, saçı yağlı, kafası karışık X Kuşağı'na samimi bir aidiyet hissetmiş bünyelerin dipten, derinden bir heyecan duymaması düşünülemez. Ne var ki King Animal'ın vasat bir rock albümü olduğu, nostaljisi çok güçlü 90'lar iklimi düşünüldüğünde acı bir gerçek bana kalırsa. Aslında sound olarak Badmotorfinger ve Superunknown gibi iki olağanüstü albümün yoğunluğunu kesinlikle taşımayan, ancak özellikle Down On The Upside'ın grunge'dan törpülenmiş mainstream evrilişine yakın bir duruş var yeni albümde. Kısacası sound açısından fazla bir sıkıntı yok. Esas sıkıntı vasat ve altı şarkıların ruhsuz ruhsuz ortalarda gezinmeleri, uzunluğuna alıştığımız Soundgarden albümlerinde fazla yer kapladıklarını gözümüze kulağımıza sokmaları.


Zaten albüm genelinde beklentilerimi o kadar düşük tutmak zorunda hissettim ki, hoş bir akustiği olan pop/rock örneği Halfway There'i bile albümün az sayıdaki iyilerinden biri olarak gördüm. Sağlam gitar riffleriyle 90'lar doğumlu gibi duran Attrition'ı da buna ilave edebiliriz. Herşeye rağmen bu iki "Unsoundgarden" şarkı haricinde grubun bana göre iki nizami golü var. İlki albümün kesinlikle en iyisi olan ve o efsanevi Soundgarden yıllarına en yakın, yoğun, gizemli, coşkulu gitar/bas/davul/vokal karesini "as"layan A Thousand Days Before, diğeri ise kapanıştaki trip hop gösterip blues rock vuruşuyla entersan bir grunge tribi yaşatan Rowing. Gerisi yalan olmuş. Kimse bana Live To Rise (gerçi The Avengers albümündeki bu şarkı albümde yok) ya da "aa bak geri dönüşlerini ne güzel dile getirmişler" şeysi olan Been Away Too Long singlelarıyla gelmesin. Bunları ikinci, üçüncü ligdeki rock grupları bile yıllardır yapıyor. Yıllar sonra karşımıza çıkacak yeni Soundgarden albümü bu olmamalıydı. Bunu gördükten sonra belki de hiç öyle bir albüm olmamalıydı. Sorun albümün yeni olmasında mı, yoksa bizim eskimiş olmamızda mı diye düşünmeye de gerek yok. Birer rock ansiklopedisi gibi başköşeye yerleşen o eski grunge albümleri 2012 yavşaklığına o kadar uzak bir coğrafyada kaldı ki, geri gelmeleri mucizelere bağlı. İşte King Animal, grubun yeni bir Badmotorfinger ve Superunknown için fazla yaşlandıklarını / yaşlandığımızı yüzümüze vuruyor sanki.

1. Been Away Too Long
2. Non-State Actor
3. By Crooked Steps
4. A Thousand Days Before
5. Blood on the Valley Floor
6. Bones of Birds
7. Taree
8. Attrition
9. Black Saturday
10. Halfway There
11. Worse Dreams
12. Eyelid's Mouth
13. Rowing

9 Aralık 2012 Pazar

Hogjaw - Ironwood


Arizona'nın bağrında (ki oralar genelde çöl oluyor) 2006'da kurulan harika southern rock grubu Hogjaw ile son albümleri Sons Of The Western Skies vasıtasıyla tanışmış bulunuyorum. Elemanlar Jonboat Jones (vokal, gitar), Craig Self (gitar), Elvis DD (bas), Jason "Killer" Kowalski (davul) ve hepsi liseden arkadaşlar. Lisede dersleri nasıldı bilinmez ama bu işin okulu olsa her biri kendi branşında öğretim görevlisi olarak genç dimağların ufuklarını genişletirlerdi muhtemelen. İçinde bulunduğumuz yılın en iyi albümlerinden biri olan Sons Of The Western Skies'ı bitirir bitirmez "kesin bu adamların geçmişi de vardır" dedim ve orada Devil In The Details (2008) ve Ironwood (2010) adında iki enfes albüm daha buldum ki bilen bilir, böyle buluşlar adamı çocuk gibi sevindirir. Sert ahşaptan yapılma hammaddesini her stoner severin test etmesi gereken müziklerinin özü sadece ve sadece rock! Ama Arizona'nın tozu çamuru da hesaba katılırsa country ve blues'dan beslenen bir sertlikten söz etmek icap eder ki, Hogjaw bu beslenmeyi stoner / southern kalıplara büyük bir ustalıkla adapte eden bir grup.

Üst üste koyup dinlediğim üç Hogjaw albümünü başlarda birbirlerinden ayıramaz gibi görünsem de, kısa bir süre sonra ikinci albümleri Ironwood'un bende daha fazla iz bıraktığını fark ettim. Nedenini tam olarak bilmiyorum. Belki alternatife her zaman tercih ettiğim gelenekselliği Ironwood'da biraz daha fazla hissettiğim için olabilir. Gerçi üç albümü de henüz icat edilmemiş öylesi bir desibelle ölçmüşlüğüm yok ama Ironwood şarkılarının yoğunluğu, zaten yeterince yoğun olan diğer iki albümün azıcık önüne geçmiştir o kadar. Lynyrd Skynyrd, The Allman Brothers Band gibi gelenekleri yalayıp yutmuş olmaları bir yana, o geleneklere nevi gruba münhasır ufak ayarlar çekmesini de biliyorlar. Bu işin uzmanı değilim elbet ama geçmişin anlı şanlı southern rock tarihi ile henüz 2006'da kurulmuş bir grup arasındaki bu tip ufak ayar farklılıklarını algılamak için uzman olmaya değil, sadece kuru kalabalıktan ayıklanmış gerekli grupları ve onların albümlerini dinlemeye ihtiyaç var.


Rollin Thunder sayesinde ismiyle müsemma bir açılış yapan albüm, klasik bir stoner blues açılışı yapıyor görünse de, ortalarda yaptığı ince jamming ayarlarla nasıl nitelikli bir grup olduğunun ipuçlarını veriyor. Kafasına eserse ritimde ve gitar soloda hız limitini aşabileceğini, fakat bunu sırf poz olsun diye yapacak karakterde olmadığını da sözlerine ekliyor. Arkasından gelen Blacktop, kısa gitar girişiyle tekrar tozu dumana katacak diye bekletirken birden slide gitarın kolumuza girişiyle daha ılıman bir Arizona iklimine sokuyor bizi. Three Fifty Seven ile ekmek arası nefis bir funky blues sandviçi yapıp önümüze koyuyor. County Line ile de kaya gibi sağlam bir country coşkusunu atmosfere yayıyor. Flathead düpedüz bir progressive country. Walkin ilk görüşte beni avucuna alan, direk teslim olduğum safkan bir rock şarkısı. Finaldeki Hornswogglin, ter içinde sarhoş hale gelmiş bir bar sakinliği içinde karizmasını ortaya koyuyor. Albüm öyle kolay bitmiyor. Sürükleyici olmadığı manasında değil. Her şarkı kendini sindirtmeye uğraşıyor adeta. Bunu başarıyorlar da.

Sokakta yanyana dizilmiş şekilde üstünüze doğru gelirken gördüğünüzde kaldırım değiştirmek için dokuz takla atmanız muhtemel bu dört güneyli insan irisinin, kalıbının hakkını veren müzikleri içindeki ağır abi şefkati ve karizması tüm önyargıları yıkıyor. O yapılı adamlar, oturup sabaha kadar içilecek, çalıp söylenecek kıvamda bir arkayargı yaratıyorlar ki, onları sahnede izlemek, beraber fotoğraf çektirmek ya da barda beraber viskinin gözüne vurmak isteği uyandırıyorlar. Jonboat Jones'un tok vokali bu duyguyu yaratan en önemli etkenlerden birisi. Tabii bu etken, sert perdeden esen, ama o sertliği kıyak bir kır dokunaklılığı ile bütünleştiren Hogjaw müziğinin ayrılmaz bir parçası şeklinde tezahür ediyor. Belki adamın üstüne üstüne geliyor ama olay çıkarmak için değil, koluna girip en yakın bara götürerek ısmarlayacağı sert bir viski eşliğinde iki lafın belini kırmak için.

1. Rollin Thunder
2. Blacktop
3. Three Fifty Seven
4. Ol' Slippery Willie
5. County Line
6. Ain't Ever Gonna Win
7. Two Guns
8. Walkin
9. Flathead
10. Hornswogglin

5 Aralık 2012 Çarşamba

The Chevin - Borderland


2008 yılının en iyi albümlerinden birinin sahibi olarak gördüğüm İngiliz beşli Your Vegas'ın yeni albümünden ümidi kesmek üzereyken, The Chevin adlı bir grupla karşılaştım. Gerek solistin sesi, gerekse soundlarının aşırı benzerliğiyle içine Your Vegas kaçmış bir grup diye düşünürken yaptığım derin araştırmalar sonucu The Chevin'in içine gerçekten Your Vegas'ın kaçtığını öğrendim. Meğer beş kişilik Your Vegas, bu defa bir eksikle The Chevin adını alarak ilk albümü Borderland'i çıkarmış. Your Vegas'ta klavyelerden sorumlu Mark Heaton'ın ayrılmış olmasına rağmen kalan dört çocukluk arkadaşı o geleneği farklı bir isimle sürdürme peşinde. Your Vegas için zamanında sarfettiğim övgü dolu sözleri genel yapı itibariyle ve bazı eksikliklere rağmen kabaca tekrar etmek mümkün. Yine radyolara ve pop rock seven bünyelere iyi gelebilecek derecede kendi halinde yormayan besteler mevcut. Öte yandan daha detaylı bir bakışla bu ilk albümün bana A Town And Two Cities kadar yoğun ve arzulu gelmediğini de ne yazık ki belirtmeden geçemeyeceğim.

A Town And Two Cities'e de Borderland'e de "ilk albüm" diyoruz ama galiba Coyle Girelli ve arkadaşları "grup kur, albüm çıkar, dağıl, yenisine bak" şeklinde bir strateji ile hareket etmekteler. Bunların ikinci albümleri belki hiç olmayacak. Aslında gayet orijinal bir fikir. Veya birbirlerinin yan projeleri olarak hayatlarını sürdürecekler. The Chevin ile ilgili birçok yazıda Your Vegas adının geçmiyor olması da ayrı bir cinslik. Bu yeni oluşum şimdilik daha popüler gibi duruyor. Bunun sebebi de Amerika'ya daha bir yakınlaşmış olmalarından kaynaklı. Öyle ki, Borderland'i Teksas yakınlarındaki dünyanın en gelişmiş stüdyo kompleksi olan Sonic Ranch'ta kaydetmişler, ilk konserlerini de yine Teksas'taki bir festivalde vermişler. Ayrıca Michelle Obama'nın da konuk olduğu bir TV programında The Chavin olarak çalıp söylemişler. Allah daha çok versin. Yalnız Your Vegas geçmişine de sanki hiç yaşanmamış muamelesi çekilmesin, ayıptır, günahtır.

10 şarkılık Borderland, aynı zamanda benim kafadan Your Vegas'a benzettiğim ilk üç şarkı Champion, Drive ve Blue Eyes ile sıkı bir açılış yapıyor. Sonrasında biraz durularak, ortalara doğru sıkıcı hale gelerek, sonlara doğru vasatı biraz aşsa da, çok da vurucu olmayı beceremeyerek bitiyor. İlk üç şarkı ile geçmişinden (iyi ki) kopmadığını, fakat devamında biraz kopmaya çalışıp inceden "madem adımızı sanımızı değiştirdik, şarkı yazımında da burundan kıl aldırmama çabasına girerek radyolardan ziyade albüm dinleyicisine hitap edelim" mantığı seziliyor. Teoride saygı duyulası bu tercih (gerçi tercih olup olmadığı tamamen benim şahsi yorumsal uydurmalarıma dayalı) pratikte amacına pek ulaşamamış bana kalırsa. Your Vegas, tarafımca duyulduğu ilk andan şu ana dek özel bir yapıdaydı ve hep öyle olacak. Ama Borderland duyulduğu ilk anda bana bunları hissettirdi ve uzun vadede de daha fazlasını hissettirecek gibi durmuyor maalesef. Genel anlamda asla kötü bir albüm değil. Sadece A Town And Two Cities'den iyi değil ki, bu durum da benim için fazlasıyla önemli.

1. Champion
2. Drive
3. Blue Eyes
4. Dirty Little Secret
5. Love Is Just a Game
6. Borderland
7. Beautiful World
8. Gospel
9. Colours
10. So Long Summer

30 Kasım 2012 Cuma

Issız Ada Radyosu Arşivi (Kasım 2012)

Troubled Horse - Step Inside
Yıl: 2012 İsveç
Tür: Hard Rock, Stoner Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Another Mans Name"
ZZ Ward - Til the Casket Drops
Yıl: 2012 ABD
Tür: Pop/Rock, Contemporary R&B
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Blue Eyes Blind"

The Ettes - Look at Life Again Soon
Yıl: 2008 ABD
Tür: Indie Rock, Garage Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Girls Are Mad"

Eric Clapton - August
Yıl: 1986 İngiltere
Tür: Pop/Rock, Blues Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "It's in the Way That You Use It"
Jens Buchert - She
Yıl: 2012 Almanya
Tür: Electronic, Downtempo, Chillout
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Prism Sky"


Testament - Practice What You Preach
Yıl: 1989 ABD
Tür: Thrash Metal, Heavy Metal
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Blessed in Contempt"

Vokaliz - Vokaliz
Yıl: 2007 Türkiye
Tür: A Capella, Cover, Pop
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Vazgeçmem"


Bryan Adams - Into the Fire
Yıl: 1987 Kanada
Tür: Pop/Rock, Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Hearts On Fire"


Miss Li - Tangerine Dream
Yıl: 2012 İsveç
Tür: Indie Pop, Singer/Songwriter
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Throw It in the Trashcan"

Public Enemy - The Evil Empire of Everything
Yıl: 2012 ABD
Tür: Conscious Hip Hop, Rap
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Don't Give Up the Fight" (feat. Ziggy Marley)

Alice in Chains - Alice in Chains
Yıl: 1995 ABD
Tür: Grunge, Alternative Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Grind"

Anna Puu - Antaudun
Yıl: 2012 Finlandiya
Tür: Indie Pop
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Antaudun"


Cucumber - The French Job
Yıl: 2012 Fransa
Tür: Funk/Soul, Big Beat
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Chris Clubber"

Steve Winwood - Back in the High Life
Yıl: 1986 İngiltere
Tür: Pop/Rock, Pop Soul
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Higher Love"

Fun-da-Mental - Erotic Terrorism
Yıl: 1998 İngiltere
Tür: Hardcore Hip Hop, Breakbeat
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Ja Sha Taan"

Nektar - A Spoonful of Time
Yıl: 2012 Almanya
Tür: Progressive Rock, Psychedelic Rock, Cover
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Dream Weaver" (feat. Jerry Goodman)

Hatchetmen - Judge & Jury
Yıl: 2012 ABD
Tür: Blues Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Omar Comin!"


Mai Lan - Mai Lan
Yıl: 2012 Fransa
Tür: Indie Pop
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Schumacher"

Lords of Dogtown OST
Yıl: 2005 ABD
Tür: Glam Rock, Hard Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: T. Rex - "20th Century Boy"


Red Hot Chili Peppers - By the Way
Yıl: 2002 ABD
Tür: Alternative Rock, Pop/Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Can't Stop"