30 Nisan 2013 Salı

Issız Ada Radyosu Arşivi (Nisan 2013)

Murder by Death - As You Wish: Kickstarter Covers
Yıl: 2013 ABD
Tür: Indie Rock, Gothic Country, Alt-Country, Cover
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Just Dropped In"

Karsh Kale - Liberation
Yıl: 2003 ABD, İngiltere
Tür: Electronic, Trip Hop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "GK2"

Tamara Kaboutchek - Full Moon Doll
Yıl: 2010 Fransa
Tür: Indie Pop, Folk
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "The Fly and The Ant"

Deep Purple - Now What?!
Yıl: 2013 İngiltere
Tür: Hard Rock, Progressive Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Weirdistan"

Pret-a-Porter OST
Yıl: 1994 ABD
Tür: Dance-Pop, Pop/Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: The Cranberries - "Pretty (Remix)"

Ralf Gyllenhammar - Bed on Fire
Yıl: 2013 İsveç
Tür: Hard Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Bed on Fire"


The Ruby Suns - Christopher
Yıl: 2013 Yeni Zelanda
Tür: Indie Pop, Synth Pop
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "In Real Life"

John Mellencamp - The Lonesome Jubilee
Yıl: 1987 ABD
Tür: Folk Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Paper in Fire"

Bombino - Nomad
Yıl: 2013 Nijer
Tür: Tishoumaren, Folk Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Amidinine"

Ramon Zarate - Oyster
Yıl: 2010 Belçika
Tür: Stoner Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Monkey"


The Beach Boys - Still Cruisin'
Yıl: 1989 ABD
Tür: Pop/Rock, Surf Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Kokomo"

Leroy Powell & The Messengers - Life and Death
Yıl: 2013 ABD
Tür: Country, Psychedelic Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Give Me What I'm Needing"
Rokia Traoré - Beautiful Africa
Yıl: 2013 Mali
Tür: Mande Folk Music, African Folk Music
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Beautiful Africa"

Nights - Whisper
Yıl: 2013 ABD
Tür: Indie Rock, Shoegaze
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Walkaway"

Shadowqueen - Don't Tell
Yıl: 2013 Avustralya
Tür: Hard Rock, Alternative Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Best Of Me"

Bobby McFerrin - Simple Pleasures
Yıl: 1988 ABD
Tür: Vocal Jazz, A Cappella
"F" Rate: 10/10
I.A.R. tavsiyesi: "Good Lovin'"

Natalie Merchant - Tigerlily
Yıl: 1995 ABD
Tür: Singer/Songwriter, Pop/Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Wonder"

Heaven & Earth - Dig
Yıl: 2013 İngiltere
Tür: Hard Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Good Times"

The Sweet Vandals - After All
Yıl: 2013 İspanya
Tür: Funk, Soul
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Ain't No Use"


Clutch - Blast Tyrant
Yıl: 2004
Tür: Stoner Rock, Hard Rock, Blues Rock
"F" Rate: 10/10
I.A.R. tavsiyesi: "Mercury"

27 Nisan 2013 Cumartesi

Karsh Kale - Realize


1974 yılında Hint göçmeni olarak İngiltere'de doğan, 1977'den itibaren ailesinin yerleştirildiği Brooklyn'de büyüyen Karsh Kale, babasının da yardımıyla vurmalı çalgılara, geleneksel Hint müziğine, klasik müziğe, rock'a ve hip-hop'a duyduğu ilgi sebebiyle kaçınılmaz biçimde müzisyen olmuş bir tabla ustası. Bu kadar farklı kulvarlara ilgi duyup da kendi tarzını oluşturması da bir nebze kaçınılmaz görülebilir ki, ustalık denilen şey hep aynı türde ürünler ya da her biri kopyala / yapıştır misali sakil duran parçalar üretmek değil, biraz da bu farklılıklar toplamından yaratılmış yeni bir farklılıkla ayakta durabilmektir. Kale aktif olarak müziğe başladığı 1999'dan beri, özellikle de kendi albümlerini yapmaya başladığı 2001'den beri electronic, breakbeat, drum and bass, trip hop, hatta pop cazı da içine alan sentez anlayışıyla dinleyeni başka alemlere götüren harika işler çıkarıyor.

Karsh Kale, albüm yapmaya başlamadan bir yıl önce belki de hayatının en önemli tecrübelerinden birini yaşadı. 2000 yılında arayışları hiç bitmeyen müzik insanı Bill Laswell'in tasarladığı Tabla Beat Science projesine seçildi. Bu grupta Zakir Hussain, Sultan Khan, Talvin Singh, Trilok Gurtu gibi ölümcül isimlerle birlikte adeta stajın en kralını yaptı. Bu rüya takımının çıkardığı Tala Matrix albümü, her ne kadar şahsen deneyselliğinin içine girmekte ve orada bir sigara yakmakta zorlandığım bir albüm olsa da, bu adamlar biraraya gelip albüm boyunca tencere tavaya vursa bile dinlenir derim hep. Kale, Hint tabla kültürünün akillerinden oluşan bu projeye torpille dahil olmadı elbette. Laswell'in gönlü tüm dünya müziğine açık keşifçi ruhu, Kale'deki cevherin farkına varmış ve onu yakın takibe almıştı. Bu deneysel maceradan sonra artık Karsh Kale'nin pek şikayetçi de olmadığı "eşlikçi müzisyen" kimliğinden sıyrılıp kendi kanatlarıyla süzülme vakti de gelmişti.


2001 Temmuz ayının son günü çıkardığı ilk albümü Realize ile o kanatların genişliği çok daha net görülmeye başlandı. Etnik enstrümanlar, etnik erkek ve kadın vokaller, etnik olmayan ama DNA'sında özgünlük taşıyan evrensel bir elektronik bütünlükle kayıtlara aktarıldı. Ortaya birbirinden derin 13 adet Karsh Kale şarkısı çıktı. İlk duyduğum andan itibaren her dinleyişimde tüylerimi diken diken eden Distance, ambient çıplaklığıyla tempolu bir trip hop (hatta yer yer soft tekno) bileşenlerini heyecan verici biçimde yeniden bileşenleştiriyordu. Saajana, gelenekselle günümüz elektronik müziğini aynı kapta pek güzel eritiyordu. Fabric, gerilim ve gizem kavramlarının sürekli birbirinden rol çalmaya çalıştıkları beş buçuk dakikalık müthiş bir yolculuktu. Empty Hands, drum & bass ile trip hop arasında yarattığı kimya ile süresi boyunca kalitesini konuşturuyordu. Light Up The Love resmen ağlıyor, ağlatıyordu. Daha bir dolu resmedilecek, olmadı fotoğrafı çekilecek anlar, şarkıların içinden çıkan başka şarkılar ya da kısa filmler mevcuttu Realize'da...

İlk albümden sonra gerisi geldi. Liberation (2003), Broken English (2006), Cinema (2011) iyi albümlerdi. (Gerçi Broken English biraz vasattı). Ama hiçbiri Realize'ı gönlümdeki koltuğundan kaldıramadı. Karsh Kale bir Talvin Singh değil. Ama Asian Underground hareketi bünyesinde belki de Singh'in epik sınırlarına en fazla yaklaşan (içeri henüz giremeyen!) tek isim bana göre o. Kaldı ki başkasının düşüncesindeki başkasının sınırlarına girmek gibi bir meselesi olmadığını her hareketiyle hissettiren, kendine özgü saygın bir müzisyen olarak övgü dolu sözleri hakediyor. Özellikle Realize ile hayatımızın kalitesizleştiğini hissettiğimiz anlarına ufak müdahaleler etme potansiyeline sahip olduğunu söyleyebiliriz. Tabii bu etnik karışımdan zevk alıyorsak.

1. Empty Hands
2. Distance
3. Tour Guide
4. Anja
5. Home
6. Satellite
7. One Step Beyond
8. Saajana
9. Conception
10. Light Up The Love
11. Deepest Blue
12. Fabric
13. Longing

22 Nisan 2013 Pazartesi

Clutch - Earth Rocker


1991 yılında kurulan stoner, hard, alternative ve blues rock grubu Clutch'ın adını ilk defa gördüğümde 90'ların sonlarındaydım sanırım. O adı da CD'lerden kaçak olarak kaset çektirdiğimiz bir underground müzik markette The Elephant Riders albümünün kapağında gördüm. Kaset çektirmek haricinde o tip marketlere sanki bir sergi geziyormuş edasıyla albüm kapaklarına bakmaya giderdik. Paramız yetmediği için alacağımız bir veya iki kaseti çektirip oradan ayrılırken "acaba şu olağanüstü albüm kapaklarının içinde ne olaylar dönüyordur" diye de iç geçirirdik. Derken internet çağına girdik ve Clutch diye bir isim akıllardan uçtu gitti. Ta ki 2009 tarihli Strange Cousins From The West albümlerine yine underground yollarla ama bu defa daha geniş olanaklarla sahip olana kadar. Üstelik bu olanaklar sayesinde grubun külliyatından, kütüğünden, eline batan kıymıktan bile haberiniz oluyor. Ben de bu albüm ile 2010 yılında giriş yaptığım Clutch diskografisinin altını üstüne getirme çalışmalarımı o gün bu gün sürdürmekteyim.

Aslında ilk Glut Trip adıyla 1990'da Dan Maines (bas), Jean-Paul Gaster (davul), Tim Sult (gitar) ve Roger Smalls (vokal) kadrosuna sahip olan grup, Roger Smalls'ın akademik kariyer yapmayı seçmesiyle vokalist ve gitarist olan Neil Fallon ile anlaştı. Fallon ile birlikte hem grubun adı, hem de müzikal çehresi değişti. 1993 tarihli ilk albüm Transnational Speedway League: Anthems, Anecdotes and Undeniable Truths ile birlikte bugün 10. albümüne ulaşmış bir rock devinden söz ediyorsak eğer, kelimelerimizi dikkatli seçmemiz gerekecek. Zira birbirinden ölümcül 10 albüm çıkarıp da hala büyük bir kesim için taviz vermeden yeraltı kalabilmiş, büyük meblağlar kazanmış birçok andavalın müziğine rahmet okutacak kadar profesyonel olan Clutch gibiler fazla değil. Bu yüzden sahip çıkılması, el üstünde tutulması gereken bir değer olduğunu söylersek az bile söylemiş oluruz.


Yukarıda kullandığım "tavizsiz" kelimesi üzerine biraz oynamak gerekebilir. Bu kelimeden onların her albümde aynı şarkıyı çaldıkları anlaşılmasın. Sonu "rock" ile biten türlü özelliklerini genel olarak Led Zeppelin, Black Sabbath, Deep Purple efsane üçlüsünün belirlediği genetik kodlar üzerinden tanımlayan Clutch müziği, kendisini Amerikalı yapan Güney duruşunu bu İngiliz işçi sınıfı köklerinden ayrı görmüyor. Kendini oranın saatine göre ayarlayıp normal hayatını yaşıyor. Sertlikten taviz vermemeyi önüne geleni yakıp yıkmak olarak algılamıyor. Gerektiği yerlerde funk, blues, country öğelerini, futbol dünyasına giren arap sermayesi gibi ayarsız değil, kendi tasarrufunda biriktirdiği sertlik kriterleri çerçevesinde özgürce kullanmayı seçiyor. Olağanüstü bir profesyonellik, hayranlık uyandırıcı bir bilgelik, ilham verici bir yetkinlik adeta tüm hücrelerine sinmiş. Ama herşeye rağmen mütevazi, herşeye rağmen doğal kalabilme erdemi gösterebiliyorlar.

Biraz da o meşhur diskografilerinden bahsedersek, her biri hem aynı, hem de farklı birer deneyime dönüşmüş 10 albüm arasında zaman zaman hatırlama ihtiyacı duyulabilecek veya geri dönme isteği uyandırmayacak daha kapalı veya daha iç albümler olduğu gibi, Pure Rock Fury (2001) ve Robot Hive / Exodus (2005) gibi müdavimi olunabilecek işler de var. Ama 2004 yılına ait Blast Tyrant'ın yeri çok başka. Clutch'ın zaten parlak giden kariyerindeki bana göre belki de en iyi albümü olan 14 şarkılık Blast Tyrant'ın yerini doldurabilecek henüz başka bir Clutch albümü çıkmadı. Zaten artık belli bir saatten sonra öyle bir beklentide olmuyor insan. Clutch albümü olsun yeter! Yine de Blast Tyrant öyle bir yapıttı ki, ondan ve bir yıl sonrasında gelen Robot Hive / Exodus'tan sonra 2007'de çıkan From Beale Street To Oblivion gibi sıkı bir albüm bile orta karar görünme tehlikesi yaşayabilirdi. Böylesi bir külliyat içinde debelenirken insan havaya girip bir Clutch albümünün tek rakibi, bir başka Clutch albümü olsa gerek şeklinde gaza gelebiliyor.


Bir paragrafı da Clutch'ın grup olarak kariyerindeki dönüm noktası olan vokaldeki Neil Fallon için açalım. Blues ve country gırtlağıyla yer yer hardcore altyapılı Clutch şarkılarını bile terbiye edebilen bu karizmatik insan, hırıltılarıyla, bağırış çağırışlarıyla, mutedil stoner takıldığı anlarla her Clutch şarkısına damgasını vuruyor. Hatta çoğu şarkıda, üstelik yokuş aşağı yuvarlanıp üstümüze üstümüze gelen bazılarında bile olağanüstü bir soul bilgeliği seziliyor. Gruba güneye dair country ve folk ruhu kattığı gibi, sertliğin anlamsız bir bağırış çağırış olmadığını, ondan türetilmesi gereken çok başka anlamlar olduğunu hem alaylı, hem de mektepliymiş gibi önümüze koyan başyapıt bir vokal kendisi. Sadece bu son albümdeki Gone Cold ve Earth Rocker şarkıları arasındaki farktan bile Fallon'un grubun karakterine nasıl yön verebildiğini görmek olası. Earth Rocker'ın nakaratında "aklınızı alırım" demeye getiren nakaratı okuyan adamla, Gone Cold'daki olağanüstü crooner aynı kişi, yanlış olmasın!

Earth Rocker sadece bu yılın değil, son yılların en iyi rock albümlerinden biri. Kurdeleyi kesen albümün isim şarkısı Earth Rocker da kendi branşında öyle. Sanki kusursuz bir meydan okuma. Neye ya da kime? Oturduğum yerden baktığımda yıllardır tutturduğu istikrarı basiretsiz biçimde harcayıp düpedüz kötü şarkılar yazmayı sürdüren bir sürü gruba göre tabii. Neden R.E.M., Depeche Mode, Soundgarden, Pearl Jam, Massive Attack, U2 şeklinde uzatılabilecek listedeki demirbaşların eskisi gibi sıkı şarkılar üretemedikleri hakkında buralarda çok ahkam kestik. Mazisi 90'ların başına uzanan Clutch'ın en kötü notunu 10 üzerinden 7 olarak verdiğim birkaç albümü dışında sürdürdüğü istikrarı 2013 itibariyle tekrar yukarılara çıkardığı bir albümle geri dönüşü müthiş birşey. Demek ki Earth Rocker, Crucial Velocity, Gone Cold, Mr. Freedom, Oh, Isabella, The Face gibi şarkıları taşıyabilecek albümler uzun kariyerler sonrası günümüzde bile hala çıkabiliyormuş. Buna istinaden Fallon, yine Earth Rocker şarkısının nakaratında bana "mesajı aldın mı?" diye soruyor. Sanırım aldım: Öyle bi tarafların kalkmadan, kendini birilerine satmadan, "ben artık bu millete ne dayasam gider" demeden, gereksiz macera peşine düşmeyip kasmayacak, eskiden neysen ana hatlarıyla o olacaksın. Formül bu kadar basit...

1. Earth Rocker
2. Crucial Velocity
3. Mr. Freedom
4. D.C. Sound Attack!
5. Unto The Breach
6. Gone Cold
7. The Face
8. Book, Saddle, And Go
9. Cyborg Bette
10. Oh, Isabella
11. The Wolf Man Kindly Requests...

14 Nisan 2013 Pazar

Heaven Shall Burn - Veto


1996 Saalfeld / Thüringen / Almanya doğumlu melodik death metal grubu Heaven Shall Burn, 7. stüdyo albümleri Veto ile üç yıl aradan sonra geri dönüyor. Aslında albümden önce Louvre'dan fırlamış gibi duran (belki de fırlamıştır, zira Louvre'u gezmediğim için bilemeyeceğim) muhteşem albüm kapağıyla ortamı ısıtmıştı. Grubun sadece bir önceki albümü Invictus'u dinlemiş ve pek beğenmemiştim. Ama her ne kadar bu işin fanatikleri tarafından çok özel bir albüm gibi görünmese, hatta bazılarına göre fazla hazıra konmuş eleştirilerine maruz kalsa da Veto bence gerçek bir melodik death ve metalcore cümbüşü. Bu tür ile çok fazla düşüp kalkmadığımdan mıdır, bir grup hakkında bu tip hazıra konma, taklit, aşırma, üfürme eleştirilerini kavramakta güçlük çekiyorum. Zaten hepsi birbirine benziyor dersem dayağı hakederim. Fakat türü ne olursa olsun, benzerlerinden ayrılan veya iyi niyetle bu ayırımda bulunmaya yeltenen gruplar bir şekilde bu farklılıklarını ve niyetlerini belli ediyorlar. Heaven Shall Burn de sertlikten progressive zeka pırıltıları bulup çıkaran ve onları etrafa saçan tecrübeli gruplardan biri.

Irkçılık karşıtı, sosyal adalet yanlısı, vejeteryan ve vegan üyelerden oluşan Heaven Shall Burn, iyi yazılmış liriklerinde bu özelliklerini görkemli müziklerine katık ediyor. Veto boşu olmayan bir albüm. Harika bir giriş yaptıkları Godiva, devamında bilincini kaybetmemiş hırçınlıklarını tam gaz sürdürdükleri Land Of The Upright Ones ve Die Stürme rufen Dich, çılgın bir epik metal olan Hunters Will Be Hunted, power'dan speed'e ne varsa sergileyen, bir yandan da tüyleri dikleştiren marşımsı coşkun vokalleriyle dikkat çeken Valhalla albümün kalite çıtasını sürekli yükselten örnekler. Finale yaklaşırken iyice yükselen grup, Like Gods Among Mortals ve 53 Nations ile artık neredeyse balkondan atlatıp iki ayak üstüne düşürecekmiş gibi dinleyicisini dolduruyor. Final yaptıkları Beyond Redemption ile de melodik yanlarının hakkını yine sert yapılarını fazla dışlamadan veriyorlar.

Antigone (2004) ve Deaf To Our Prayers (2006) albümleriyle ilgili de daha dinlemeden çok iyi eleştiriler okudum. Bu tip albümler için şöyle bir kriterim var: Dinledikten sonra bana yorgunluk değil enerji verdiğini hissedersem o albümü sevmişim demektir. Zira içinde "death" kelimesi geçen türlere ait albümlerle olan beraberliğim genelde tek gecelik ilişkilere benziyor. Uzun süreli beraberlik yaşadığım death albümleri hemen koruma altına alıyorum. Çünkü onların eğitici yanları çok fazla oluyor ve o eğitime ihtiyacım olduğunu hissediyorum. Sert, hırpalayıcı, bazen yıkıcı, ama tüm bunların perde arkasında aslında tedirgin eden bir gerçekliğin kucaklayıcı etkisi. Bu kucaklama öyle laf olsun diye değil, kucakladığı kişiye vermek istediği enerjiyi vermeye kararlı kutsal bir amaç taşıyan türden. Veto kesinlikle onlardan biri. Ve kesinlikle yılın en iyi albümlerinden biri.

1. Godiva
2. Land of the Upright Ones
3. Die Stürme rufen Dich
4. Fallen
5. Hunters Will Be Hunted
6. You Will Be Godless
7. Valhalla
8. Antagonized
9. Like Gods Among Mortals
10. 53 Nations
11. Beyond Redemption

8 Nisan 2013 Pazartesi

The Grapes Of Wrath - High Road


The Grapes Of Wrath 1983'te kurulmuş, bu süre içinde dört albüm yapmış, 1992'de dağılmış, sonra bir albüm için tekrar biraraya gelip tekrar dağılmış, 2009'da yine toplanmış, 2013'te de High Road albümlerini çıkarmış Kanadalı bir indie / jangle pop grubu. Chris Hooper, Tom Hooper ve Kevin Kane grubu ilk kurduklarında bir film rehberinde gördükleri 1940 yapımı The Grapes Of Wrath filmini grup ismi olarak düşünmüşler. O sıralarda hiçbiri ne filmi izlemiş, ne de filmin uyarlandığı kitabı okumuş. Bu kadar çok dağılıp birleşmekten yalama olmuş sanılmasınlar. High Road albümü çok diri, taptaze ve arzulu şarkılar taşıyor. Yılların tecrübesini genç bir grup edasıyla yansıtmaları da ayrı bir cazibe oluşturuyor. Genelde jangle pop tanımına mesafeliyimdir. Bu tür müzik yapan ve indie camiada yere göğe sığdırılamayan birtakım örneklerin de fazla abartıldığını düşünürüm. Ama The Grapes Of Wrath cıngıl olayını aşmış, onu sağlam bir alternatif olarak indie pop ve indie rock karışımına dönüştürmüş. Üstelik bu anlayışına sıkı sıkıya bağlı kalmaktan kaçınıp ara sıra kendine yakın türlerle flört de etmiş.

High Road'un en beğendiğim parçaları ilk etapta Good To See You, Mexico, None Too Soon, Isn't There ve Paint You Blue oldu. Sonraki etaplarda bu şarkılardaki yoğunluğu daha da sindirdim. Üstüne yaz mevsiminin habercisi misali şık bir synth pop - indie pop karışımı Picnic'i ve şahane bir dream pop - shoegaze karışımı Waiting To Fly'ı ekledim. Bununla kalmayıp grubun önceki beş albümünü de bir şekilde dinlemeyi kafama koydum. Zira 80'lerden bu yana grubun hiç duymadığım Now and Then gibi çok övülen bir albümü, nasıl olduklarını merak ettiğim Backward Town, O Lucky Man, Peace Of Mind, All The Things I Wasn't, A Fishing Tale, I Am Here, You May Be Right gibi beğenilen daha bir dolu single'ı mevcut. Good To See You ve Mexico'yu dinledikçe onlara da bir an önce kulak kabartmak istiyorum. Rotayı bilip de bu kez geri gitmek bazen çok heyecanlı oluyor.

1. Good to See You
2. Isn't There
3. Mexico
4. Paint You Blue
5. I'm Lost (I Miss You)
6. Take on the Day
7. Broken
8. Make It OK
9. Picnic
10. None Too Soon
11. Waiting to Fly
12. Sad Melodies

6 Nisan 2013 Cumartesi

Gin Wigmore - Gravel & Wine


1986 Auckland, Yeni Zelanda doğumlu Virginia "Gin" Claire Wigmore, ilk şarkısı Angelfire'ı henüz 14 yaşında yazmış başarılı bir şarkıcı/besteci. Tam müzik kariyeri başlayacakken babasını kanserden kaybetmesiyle Arjantin'e eğitim için giden Wigmore, bir süre sonra babasına adadığı Hallelujah şarkısıyla hem Yeni Zelanda'ya, hem de müziğe döndü. Bu şarkıyla Amerikan tabanlı International Songwriting Competition'da büyük ödülü kazandı. Üstelik bu ödülü en genç ve hiçbir şirketle anlaşması olmayan bir müzisyen olarak kazanması yarışmanın tarihinde de bir ilkti. 2008'de Extended Play EP'si sonrasında Holy Smoke (2009) ve Gravel & Wine (2011) adlı iki albümlerini çıkardı. John Mellencamp, Sheryl Crow ve Jimmy Barnes gibi isimlerin turlarının Yeni Zelanda ayağında onlara eşlik etti. Kısacası ortalamanın üstünde bir müzisyenin sahip olması gereken pekçok şeyi özgeçmişine eklemiş biri var karşımızda.

Her ne kadar ilk albümü Holy Smoke'u ortalamanın üstünde bulmamış olsam da, altında da bulmamıştım ilk dinlediğimde. Ama Gravel & Wine'ı kendisinin gerçek bir olgunluk albümü olarak görürüm. O meşhur ortalamanın üstünde olan çok daha önemli birşey var ki yüzü kadar, hatta bence ondan daha güzel olan ses rengi. Gin Wigmore sanki 60'lı yıllarda dünyaya gelmiş bir pop, soul, blues vokalisti adeta. Sanırsınız ki siyah bir soul şarkıcının gırtlağını tüm damar ve hücreleriyle ona nakletmişler. Zamanında Anastacia ve Duffy'ye de benzer bir nakil operasyonunun yapıldığını düşünmüşümdür. Fakat Wigmore'da her ikisinde de olmayan birşeyler var sanki. Bu seste Gravel & Wine şarkılarının hem modern, hem de nostaljik yapıtaşlarını çok güzel idare edebilen, terbiyesi yaradılıştan gelen bir doğallık sözkonusu.


Black Sheep ve Man Like That şarkılarıyla sanki bir değil iki kere zımba gibi açılış yapan Gin Wigmore, Poison ile tutkulu vokalini birazcık daha keskinleştiriyor. Devil In Me ise, Wigmore'un rock yönünü aynı biçimde sivriltiyor. Pop diyorsan, soul diyorsan If Only gibi kalbi kırık bir mezuniyet balosu baladı olmazsa olmaz. Albümün en sağlam şarkılarından biri olan Dirty Love, aksak ritmi, sert soul rock kimliğiyle yıkıp geçiyor. Adına kanarak çılgın bir pop soul veya soul'n roll beklediğim Saturday Smile, kişilikli bir piyano + yaylı slowu olarak albümün dramatik yanını güçlendiriyor. Adının Saturday Smile olmasını beklediğim ve bir cümle önce tanımını yaptığım şarkı Sweet Hell olarak ortaya çıkıyor. Karanlık bir folk bestesi olarak Singin' My Soul, albümün enerjisine pek yakışmıyor gibi görünse de, albümün olgun bünyesine çok da güzel yakışıyor.

Gin Wigmore, Gravel & Wine ile klasik soul derinliklerinden modern indie pop ve rock arasında köprüler kuruyor. Nasıl oluyorsa aynı harika sesle her iki yakaya da oynayabiliyor. O nasıl bir tondur ki insan bir yerden sonra dinlemek değil o sesi yemek ister. Duygusal taraflılığımdan hareketle kuracağım bir cümle olarak Amy Winehouse veya Adele'e gösterilen ilginin onda biri şu kıza gösterilseydi onları ikiye, dörde katlardı demek istiyor ve diyorum. Gerçi Gravel & Wine'ın Amerikan versiyonu 2013'te ancak görücüye çıkabildi. Bu sayede kendisi daha geniş kitlelere ulaşabilecek. Umarım sonuç olumsuz olmaz ve bu durum onun alternatif yanını ucuz piyasa tavizlerine kurban etmez. En azından yeni bir Gin Wigmore albümü için birşeyler hızlanmaya başlar.

1. Black Sheep
2. Man Like That
3. Poison
4. Kill of the Night
5. Devil in Me
6. If Only
7. Dirty Love
8. Happy Ever After
9. Saturday Smile
10. Sweet Hell
11. Singin' My Soul
12. Don't Stop