31 Temmuz 2013 Çarşamba

Issız Ada Radyosu Arşivi (Temmuz 2013)

The Chapin Sisters - A Date With the Everly Brothers
Yıl: 2013 ABD
Tür: Folk Pop, Country, Bluegrass
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "All I Have To Do Is Dream"
Coldcut - Let Us Play!
Yıl: 1997 İngiltere
Tür: Electronic, Breakbeat, Downtempo
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Atomic Moog 2000"
Gemma Ray - Down Baby Down
Yıl: 2013 İngiltere
Tür: Pop Soul
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Baby Goes Bad"
Fejd - Nagelfar
Yıl: 2013 İsveç
Tür: Nordic Folk Rock, Folk Metal
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Sigurd Ring"

Megadeth - Countdown to Extinction 
Yıl: 1992 ABD
Tür: Heavy Metal, Thrash Metal
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Countdown to Extinction"

Frankie Goes to Hollywood - Welcome to the Pleasuredome
Yıl: 1984 İngiltere
Tür: Synth Pop, New Wave
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "The Power of Love"

American Beauty OST
Yıl: 1999 ABD
Tür: Rock, Soul, Pop Jazz
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: Thomas Newman - "Any Other Name"

Buddy Guy - Rhythm & Blues
Yıl: 2013 ABD
Tür: Blues, Blues Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Messin' With The Kid"

Lightning Dust - Fantasy
Yıl: 2013 Kanada
Tür: Indie Pop, Synth Pop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Diamond"
Heart - Heart
Yıl: 1985 ABD
Tür: Pop/Rock, Hard Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "These Dreams"

Robots With Rayguns - RWR
Yıl: 2013 ABD
Tür: Synthpop, Electropop
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Control"

Alela Diane - About Farewell
Yıl: 2013 ABD
Tür: Singer/Songwriter, Folk
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "About Farewell"

Mårran - Mårran 2
Yıl: 2013 İsveç
Tür: Stoner Rock, Hard Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Roadie"
Melissa Etheridge - Never Enough
Yıl: 1992 ABD
Tür: Pop/Rock, Singer/Songwriter
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Must Be Crazy For Me"

PUi - Neo Primal
Yıl: 2013 ABD
Tür: Alternative Rock, Alternative Metal
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "One"

The Ultra Electric Mega Galactic - The Ultra Electric Mega Galactic
Yıl: 2013 ABD
Tür: Stoner Rock, Psychedelic Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Rockets Aren't Cheap Enough"
Delays - Everything's The Rush
Yıl: 2008 İngiltere
Tür: Indie Pop, Dream Pop
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Girl's on Fire"
Skylar Grey - Don't Look Down
Yıl: 2013 ABD
Tür: Pop, Pop/Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Religion"
The Woggles - The Big Beat
Yıl: 2013 ABD
Tür: Garage Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Nothing's Gonna Stop Me"





Tinariwen - Imidiwan:Companions
Yıl: 2009 Mali
Tür: Tishoumaren, Blues Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Imidiwan Afrik Tendam"

25 Temmuz 2013 Perşembe

Silver Screen - When You and I Were Really Young


Cris Miller tarafından Long Beach'te kurulan Silver Screen, sayıları gittikçe artan grup görünümlü tek kişilik oluşumlardan biri. Ve son zamanlarda ortaya çıkanların en iyilerinden biri. Gerçi Silver Screen son zamanlarda ortaya çıkmış birşey sayılmaz. 2005 tarihli henüz hiçbir yerde bulamadığım The Greatest Story Never Told diye bir albümü daha var. Üstelik ratingleri de hayli yüksek. Tabii bu yeni albüm When You and I Were Really Young'ı onun referansıyla dinlemiş değilim. Tam tersi bir durum var. Öyle ya da böyle Silver Screen, etiketindeki indie rock, dream pop, jangle pop türlerinin sadece etikette kalmasını, duygu olarak onların da ötesine sirayet edebileceğini gösteren bir grup (!) bana göre.

Cris Miller gerçekten çok hassas bir müzisyen olmalı. Bunu söyleyince insanın gözünde Bon Iver gibi bir adam canlanıyor ama öyle birşey yok. Bir kere kırılgan ötesi dingin folk şarkıları dinlemiyoruz. Adı üstünde, işin içinde "jangle" kelimesi var. (O da niye varsa!) Lakin Miller'ı öncelikle indie rock'ın soft yanından, jangle pop'un neşeli gitar kıpırtılarından, dream pop'un da bu soft ve neşeli kavramlarını hüzünlü kılan gizemli hallerinden beslenen bir müzisyen olarak tanımlamak doğru olur. Daha en baştan Once In A Lifetime ile o sakin, kırgın ama bir yandan da parçalı bulutlar ardından süzülen parlak güneş ışıklarını bir potada buluşturan müziğinin fragmanını sunuyor. Hemen peşinden pıtı pıtı gelen Really No Wonder dansa müsait temposuna rağmen aynı disiplini sürdürüyor. Change To Fall bir Friday, I'm In Love değil, olamaz da. Ama aklıma neden onu getirdi bilmiyorum. Belki birkaç göbekten akrabadırlar.

More Than You and I bittikten, yani albümü yarıladıktan sonra sanki bir kasetin öbür yüzüne geçmiş gibi hissettim. Mercy ile o B yüzünden tekrar başlayan ruh haline büründüm. Mercy albümün en iyilerinden. Bir diğeri de Hearts. Böyle şarkıları sınıflandırmayı sevmiyorum. Bana işi iyi idrak etmiş kişilerin elinden çıktığı sürece dream pop'u ne kadar çok sevdiğimi hatırlatıyorlar. Şahsen kapanışta yer alan ve bu rüya atmosferine biraz 80'ler popu serpiştiren From A Window To The Indefinite yerine Hearts'ın final yapmasını isterdim. Fakat albümde şarkıların yeriyle oynasanız bile baştan sona sanki tek bir şarkıyı ufak tefek ruh / rüya değişimleriyle dinliyormuşsunuz duygusu hakim. Bunu kötü anlamda söylemiyorum. Zira bir albümü böyle nitelendirmek çoğu zaman kulağa hoş gelmez. Cris Miller'ın bazen hoş bir genç kızı da andıran yumuşacık sesi nasıl hiç değişmeden şarkılara ses veriyorsa, o sesi alan şarkılar da kendilerini zamanla aralarındaki ayrıntıların farkedileceği gerçeğiyle aynı patikada yürüyorlar. Parçalı bulutlu gökyüzü de hep tepelerinde...

1. Once In A Lifetime
2. Really No Wonder
3. Only Ever Yours
4. Change To Fall
5. Here To Hold You
6. More Than You and I
7. Mercy
8. A Little More Each Day
9. Hearts
10. Tell Me Darling
11. Come, Go, Return
12. From A Window To The Indefinite

22 Temmuz 2013 Pazartesi

Dead Man Walking (OST)


Tim Robbins'in Rahibe Helen Prejean'ın gerçek olaylara dayalı kitabından uyarlayarak yönettiği 1996 yapımı Dead Man Walking, Prejean'ın vahşi bir cinayet sonrası ölüm cezasına çarptırılan Matthew Poncelet'e son günlerinde destek oluşunun işlendiği ağır bir dramdı. Hani şu izledikten sonra uzun süre etkisinden kurtulamadığınız türden. Prejean'ın Poncelet'in içindeki insanı adım adım keşfettiği bu filmin mutlu sonla bitmediğini söylemek büyük bir spoiler olmaz herhalde. Ama önemli olan, bu gece ile gündüz kadar farklı iki insanın arasında gelişen ana-oğul veya iyi-kötü karşıtlarına evrilen sıradışı dostluğun yürekleri dağlayan bir çıkmaz içinde kalışını, buna bağlı olarak bedel ödemenin en acı tecrübelerden biri oluşunu gözler önüne sermesiydi. 1996 Oscar ödüllerinde Susan Sarandon'ın En İyi Kadın Oyuncu Oscar'ı kazandığı, Sean Penn'in ise ödülü Leaving Las Vegas'taki rolüyle Nicolas Cage'e kaptırdığı Dead Man Walking, En İyi Film ve Yönetmen ödüllerinde de Braveheart ile Mel Gibson'a yenik düşmüştü.

Filmin Oscar adaylıklarından yenik düştüğü bir başka dal da En İyi Şarkı kategorisiydi. Bruce Springsteen'in Dead Man Walkin' şarkısıyla aday olmasına rağmen ödülün bayık bir Pocahontas şarkısına gitmesi son derece haksızdı. O Springsteen ki 1994 yılında Philadelphia filmindeki Streets Of Philadelphia şarkısıyla Oscar'ı kaçırmamıştı. Dead Man Walkin'in Streets Of Philadelphia'dan hiçbir eksiği veya fazlası yok. Filmden o kadar etkilenmiştim ki, filmin bir soundtrack albümü var mı, yok mu onu bile gözüm görmedi. Filmin neresinde duyduğumu, hatta filme konup konmadığını bile hatırlamadığım birçok yükte ve pahada ağır şarkının bulunduğu bir albümün bulunduğunu anlamama vesile olan da Springsteen olmuştu. Dönem de grunge'ın grunge olduğu 90'lar ortasıydı. Yani Dead Man Walking albümü, o kazan içinde kaynayan günlere sound olarak sakinlik, ama ruh olarak filme uygun biçimde taşıması güç bir hüzün katmıştı.


Springsteen'in Dead Man Walkin'i ile açılış yapan albüm daha birinci dakikadan dinleyenin boğazına düğüm atıyor. Çoğunluğu albüm için özel olarak yazılmış şarkılardan oluşan albümde iki adet Nusrat Fateh Ali Khan ve Eddie Vedder düeti var ki, sırf onlar için bile albüme kulak vermek gerek. Grunge kuşağının o dönem idollerinden biri olan Vedder'ın popülaritesi, 1997 Ağustos ayında vefat eden Nusrat Usta'nın daha geniş kitlelerce tanınmasına da sebep olmuştu. Özellikle de The Face Of Love'ın büyülü bir ilahi havasındaki salınışı onu kanımca gelmiş geçmiş en büyük düetlerden biri yapıyor. Johnny Cash ve iki şarkısıyla Tom Waits albümün o köhne hüznüne hem müzik, hem de lirikleriyle katkı sağlıyorlar. Albümün dişi kanadında da çok nitelikli şeyler oluyor. Suzanne Vega'nın bildiğimiz tarzından çok farklı bir şarkı olan Woman on the Tier (I'll See You Through), Mary Chapin Carpenter'ın çok duygulu biçimde idama götüren bestesi Dead Man Walking ve böyle bir albümün şanına yakışan büyük usta Patti Smith'in bunalımın dibine vuran ağıtı Walkin Blind...

Lyle Lovett ve Steve Earle şarkıları nedense yer doldursun diye konmuş sanki. Beğendiğim Michelle Shocked'ın da daha iyi bir şarkısı seçilebilirmiş diye düşünürüm hep. Bunların yerine albümün sessiz isyankarlığına uygun düşecek yüzlerce şarkı var halbuki. Mesela Jeff Buckley'nin Grace albümünden bir Hallelujah ya da onun gerçek sahibi Leonard Cohen'den herhangi bir şarkı şu gereksiz Lyle Lovett'ten çok daha makbule geçerdi. Neil Young, Bob Dylan, Tracy Chapman, Kristin Hersh diye uzar gider benim istek listem. Çünkü hepsinde varolan o ozan efkarının filmin ağır dramına mükemmel fon oluşturacak şarkıları mevcut. Yine de Dead Man Walking'in film olarak içerdiği yoğunluğa yarenlik eden bu şarkıların çoğu, isimleri ve cisimleriyle yılların verdiği alışkanlıkla filmin ayrılmaz bir parçası oldular. The Face Of Love'ı ne zaman duysam (ki öyle saat başı duyulan bir şarkı değildir) filme ait kareler gözümün önünden geçer. Zaten böyle şarkılar değil bir ölüm hücresine, albümlere, filmlere sığmaz.

1. Bruce Springsteen - Dead Man Walkin'
2. Johnny Cash - In Your Mind
3. Suzanne Vega - Woman on the Tier (I'll See You Through)
4. Lyle Lovett - Promises
5. Nusrat Fateh Ali Khan with Eddie Vedder - The Face of Love
6. Tom Waits - The Fall of Troy
7. Michelle Shocked - Quality of Mercy
8. Mary Chapin Carpenter - Dead Man Walking (A Dream Like This)
9. Tom Waits - Walk Away
10. Steve Earle - Ellis Unit One
11. Patti Smith - Walkin Blind
12. Eddie Vedder with Nusrat Fateh Ali Khan - The Long Road

17 Temmuz 2013 Çarşamba

Valerie June - Pushin' Against A Stone


1982 Jackson, Tennessee doğumlu Valerie June Hockett, künyesinden az çok anlaşılacağı üzere folk, country, blues, soul, gospel, bluegrass karışımını ılık ılık estiren bir güzel insan. Klişelerle başlayan müzik hayatı küçük yaşta müzisyen babanın etkileriyle kilise korosunda şarkı söylemek şeklinde özetlenebilir. Henüz 19 yaşındayken kocasıyla ikili oluşturduğu bir grupla ilk kayıtlarını ve performanslarını yapsa da, boşandıktan sonra kendini solo çalışmalara, gitar, banjo, lap-steel öğrenmeye, şarkılar yazmaya vermiş. 2010'da Valerie June and the Tennessee Express adında bir EP çıkaran June, hayır konserleri, mini turlar, yerel bazı ödüller derken 2011'de ufaktan ilk albümü Pushin' Against A Stone'un çalışmalarına başlamış.

The Black Keys grubundan Dan Auerbach'ın bazı şarkılara katkıda bulunduğu Pushin' Against A Stone 11 şarkılık tozlu bir albüm. Kökleri çok eskilere dayanan türler karmasını biraraya getirirken bambaşka şeyler çıkarmıyor. Her şarkı kendi türüne sadakat çerçevesinde nasıl başlıyorsa öyle bitiyor. Tabii kendi içinde nostaljik yoğunluğunu yaşayarak. Aynı zamanda ilk single Workin' Woman Blues albümün en iyisi olduğu için açılışı yapıyor. Gerçi bu güzel şarkıda country ve sonlara doğru olaya dahil olan trompetle pop caz kaçamağı yapılarak daha ilk şarkıdan "sadakat" kelimesine ters düşmüş oldum. Ama bu küçük kaçamaklar bile şarkıların tek vücut havasını bozmamış, retro hissiyatların kanatları altında sözler müziğe karışmış. Valerie June'un Alela Diane'e akraba olan ses rengi de beni ayrıca mest etti diyebilirim.


Somebody To Love banjo, keman ve gospel vokaller eşliğinde ahşap kederlere kadeh kaldıran şık bir akustik balad. Onun gibi albümde başkaları da var ama bence en iyisi bu. Şanslı bir erkek vokalle (adını bulamadım ama muhtemelen Dan Auerbach'tır diye düşünüyorum) yaptığı Tennessee Time sevdiğim bir başka country blues şarkısı. Ama Valerie June'un en beğendiğim anları yorgun bestelerden ziyade Pushin' Against A Stone ve The Hour gibi blues-soul-country üçlüsünü 60'lı yıllardan çekip çıkaran tasarımları oldu. Albümün bir fragmanı yapılsa ben olsam fona isim şarkısı Pushin' Against A Stone'u koyardım mesela. Son olarak yine albümün en sıkı şarkılarından, aynı zamanda ikinci single olan You Can't Be Told'a değinmek gerek. Albüm geneline biraz aykırı duran, gitar sololu, yılışık olmadan neşeli takılan bir bar R&B'si olarak karizmasına diyecek yok. Zaten şarkı, İngilizlerin cool müzik dergisi Uncut'ın şu sıralar çıkardığı 15 şarkılık This Wheel's On Fire: Best New Music derlemesine seçilmiş. Uncut dediğiniz de öyle boş beleş seçmeler yapmaz.

Resimlerine dakikalarca bakmaktan usanmadığım güzellikteki Valerie June'un aynı güzellikteki sesini verdiği 11 şarkının ev sahibi Pushin' Against A Stone, yaz mevsimine tatlı bir huzur ve serinlik katan albümlerden. Sıkıntıların, sorunların, kötülüklerin arasından sıyrılıp yeşeren bir kardelen gibi. Dinleyicisini de tüm bunlardan bir süreliğine sıyırması muhtemel. Özünde hüzün yatan bir müzik bunu nasıl yapar denirse, çivi çiviyi söker hesabı düşünmemek gerek. Ondaki hüzün duygusu beraberinde umut taşıyan bir özdeşliği de getiriyor. O ses bir süre sonra o kadar samimi gelmeye başlıyor ki, ne dediğine aldırmadan sizi başka yerlere götürüp kafanızı dağıtıyor. Kafa dağıtan her müzik ucuz da sayılmaz elbet. Dağıttığı kafanızı bu defa kendi kafasında yarattığı dünya içinde derleyip toparlıyor. Orada size yüklediği hüzün, neşe, umut, hayalkırıklığı artık neyse, sizin bir parçanız oluveriyor. Kopan birşeyler başka biryerlerde tekrar birbirine bağlanıyor. Tekrar kopmak ve tekrar bağlanmak için...

1. Workin' Woman Blues
2. Somebody to Love
3. The Hour
4. Twined & Twisted
5. Wanna Be on Your Mind
6. Tennessee Time
7. Pushin' Against a Stone
8. Trials, Troubles, Tribulations
9. You Can't Be Told
10. Shotgun
11. On My Way

13 Temmuz 2013 Cumartesi

Kotiteollisuus - Maailmanloppu


1991'de Jouni Hynynen (vokal, gitar), Janne Hongisto (bas), Jari Sinkkonen (davul) tarafından Lappeenranta, Finlandiya'da kurulan Kotiteollisuus, 13. stüdyo albümü Maailmanloppu ile tanıma şerefine eriştiğim sağlam bir hard rock / heavy metal grubu. Bu ilk cümlede klavyeye umarsızca abandığım sanılmasın, yazdıklarımın hepsi gerçek. Kendilerini tanımak ancak 13. albüme kısmet oldu. Tanıştığımıza da memnun oldum. Albüm kapağındaki kaslı eşgallerinden de anlaşılacağı gibi sert yapan bu üçlü, belki enstrümanlara bu kadar yüklenmeyip şarkılarını biraz da yumuşatsa pekala pop rock sularına bile kayabilecek karaktere sahip. Fakat onlardaki bu yüklenme kesinlikle poz olsun diye değil. Hatta heavy yapılanmalarına içlerindeki pop rock çocuğunu da dahil edebilmeleri ayrıca güzel.

20 küsür yıllık geçmişiyle Finlandiya'nın en popüler rock gruplarından biri olmak Kotiteollisuus'u hiç şımartmamış dersem, grubun 13 albümünden sadece sonuncusunu dinlediğim hemen anlaşılır. Maailmanloppu sanki benim için yeni bir grubun ilk albümü gibiydi. Enerjiyi abartmayan ama onu hepten kapının önüne koymayan dengeli bir heavy metal ile karşılaşıyorsunuz. Hemşehrileri Nightwish üyesi Tuomas Holopainen'den sık sık aldıkları klavye desteğini bu albümde de almış görünüyorlar. Bu da onları yobaz metalcilerden sıyırmayı başarıyor. Ayrıca çok iyi bir vokal olan Jouni Hynynen'in yer yer Rammstein'in efsane vokali Till Lindemann'ı andıran girişleri, başkalarını andıran böğürtüleri yanında melodik nakaratlarla dengelediği geniş yelpazeli ses rengiyle fark yaratıyor. Şarkılara kıvamını veren en önemli unsurlardan biri bu her gruba lazım ses.

Albüme adını veren Maailmanloppu'nun heavy metal marşı kıvamındaki gaza getiren rifflerinden bol miktarda bulabileceğiniz albüm, Musta kuu, Yötä vasten, Hyvien puolella ve benzeri birkaç şarkı, grubun az önce sözünü ettiğimiz denge anlayışını sürdüren şarkılar olsa da, belli bir süre sonra HIM sıkıcılığı yaratabiliyorlar. Bunu, o dengenin daha hard rock bir altyapıyı benimseyip, o klas sertliğini havada bırakması olarak yorumlamak mümkün. Yani karakter olarak heavy metal iken, gizliden hard rock, hatta Doğan görünümlü pop rock kimliğini fazlaca açık etmeleri "ambalaj grup" olarak yaftalanma tehlikesi yaşıyor. Halbuki 4-5 şarkıda bu hard'n heavy gidişatını korumaları kadar Tuhat kuolemaa gibi şarkılarla ucundan anımsattıkları folk metal taşkınlıkları üzerine biraz daha oynasalar olurmuş. Ama bu ufak detaylara rağmen Maailmanloppu, metal yönünden çok bereketli bulduğum 2013'ün en sevilesi albümlerinden biri.

1. Maailmanloppu
2. Musta kuu
3. Silmä silmästä, hammas hampaasta
4. Yötä vasten
5. Hyvien puolella
6. Tuhat kuolemaa
7. Outoja aikoja
8. Mennyttä miestä
9. Kepeitä multia
10. Tuhon enteet

6 Temmuz 2013 Cumartesi

Riding Giants (OST)


Çok istememe rağmen bir türlü denkleştirip izleyemediğim 2004 tarihli Stacy Peralta belgeseli Riding Giants, sörf kültürünün ortaya çıkışı ve tarihi üzerine bir yapım. Daha görmeden mutlaka görülmesi gereken bir belgesel olduğuna inancım yüksek. Estetik olarak olağanüstü bir spor olması yanında, bazı kanallarda izlediğimiz çılgın sörf görüntülerinin altına döşenen müziklerin de etkisiyle insanı o azgın dalgaların altına atlama isteği de uyandıran bir spor. Bu bilinçle Riding Giants'ın müziklerinden oluşan albüm de aynı gaza getirici etkiye sahip. Tanıdık ve tanımadık isimlerin şarkılarından oluşan bu albümü uzun zaman önce bulmuştum. Özellikle yaz zamanlarında, çeşitli imkansızlıklardan dolayı yapamadığımız bu sporu en azından yapıyormuş duygusu yaratması muhtemel şarkılarla tekrar tekrar anarım.

Teması itibariyle albümün ev sahipliğini yapan Dick Dale'in Misirlou'su ve Link Wray'in Rumble'ı, surf rock'ın kitabını yazmış bu adamlardan seçilen iki tanıdık enstrümantal. Aslında daha çok surf rock şarkısı umulası bir albüm. Ama bu umulası durumu, elit seçkisiyle farklı açılardan lehine çevirmiş bir iş aynı zamanda. Hiç The Beach Boys şarkısı kullanılmamasını nasıl yorumlayacağımı bilemiyorum. Gerçi Birleşik Devletler'de The Beach Boys'u dönemin Backstreet Boys'u olarak gören eski bir nesil de yok değil. 56 yaşındaki Stacy Peralta'nın da bu neslin evladı olması kuvvetle muhtemel. Bu arada kendisi 2001 yılında Sean Penn'in anlatıcılığını yaptığı Dogtown and Z-Boys adlı 70'lerdeki kaykay hareketini konu alan nefis belgeselin de yönetmeni. Bu belgeselin de Jimi Hendrix, Thin Lizzy, T. Rex, Rod Stewart, Iggy Pop, ZZ Top gibi isimlerin şarkılarınn yeraldığı sıkı bir soundtrack albümü mevcut.


The Ruts ile eski, The Hives ile yeni punk örneklerinin yer aldığı albümde Sol Hoopii ve Gabby Pahinui Hawaiian Band adında Hawaii'nin sanatçılarından iki seçki de ihmal edilmemiş. The Stray Cats ve Screamin' Jay Hawkins'i zaten bilen bilir. (Hawkins ve belgesel deyince, 2001 tarihli Screamin' Jay Hawkins: I Put A Spell On Me belgeselinin de hala peşinde olduğumu belirteyim.) Bana göre albümün onur konukları ise grunge'ın üç büyükleri olan Alice In Chains, Soundgarden ve Pearl Jam olmuş. Üçlüden yapılan seçkiler çok yerinde. Grunge'ın bu kültürle ilişkisine "ne alaka" olarak bakılmamalı. Referans olarak bazı şarkılardaki liriklerin sörf gelenek göreneklerine göndermeleri bir yana, özellikle Eddie Vedder'ın eski bir sörfçü olduğunu bilmeyen gözüme gözükmesin. Them Bones ve My Wave'in müthiş karizmaları, Go'nun azgın dalgaların ortasına sörf tahtasız balıklama atlatacak gaz takviyesi, bu şarkıların albüm için ne kadar yerinde seçimler olduğunu gösteriyor. Henüz izlemeden arşivlik olduğunu hissettiğim belgeselin, arşivlik olduğuna kefil olabileceğim soundtrack albümü ile tencere kapak olduklarına neredeyse eminim.

1. The Waterboys - This is the Sea
2. Alice in Chains - Them Bones
3. The Ruts - Babylon's Burning
4. The Hives - The Stomp
5. Link Wray - Rumble
6. Sol Hoopii - 12th Street Rag
7. Illdependents - Innacitytears
8. Dick Dale & His Del-Tones - Misirlou
9. The Stray Cats - Rumble in Brighton
10. Screamin' Jay Hawkins - Makaha Waves
11. Soundgarden - My Wave
12. Pearl Jam - Go
13. Gabby Pahinui Hawaiian Band - Aloha Ka Manini
14. Bangkok Starters - Glass Off