31 Ağustos 2012 Cuma

Issız Ada Radyosu Arşivi (Ağustos 2012)

Chasing Violets - Outside Heaven
Yıl: 2012 Fransa
Tür: Hard Rock, AOR
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "No Margin for Error"
Mountain Mocha Kilimanjaro - Taking a Lesson From the Past
Yıl: 2012 Japonya
Tür: Funk
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Immigrant Song"
Post4 - Walking The Unknown
Yıl: 2012 Norveç
Tür: Pop/Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Walking The Unknown"
The Vaccines - What Did You Expect From The Vaccines?
Yıl: 2011 İngiltere
Tür: Indie Rock, Garage Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Post Break-Up Sex"
Khaled - Sahra
Yıl: 1996 Cezayir / Fransa
Tür: Pop Raï
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Aïcha"

Los Straitjackets - Supersonic Guitars in 3-D
Yıl: 2003 ABD
Tür: Garage Rock, Surf Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Dipinto Twist"

Cat Power - Sun
Yıl: 2012 ABD
Tür: Singer/Songwriter, Art Pop, Folktronica
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Cherokee"


Tomoyasu Hotei - Doberman
Yıl: 2003 Japonya
Tür: Alternative Rock, Hard Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Doberman"

VA - Encomium: A Tribute to Led Zeppelin
Yıl: 1995 ABD
Tür: Alternative Rock, Rock, Hard Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: Stone Temple Pilots - "Dancing Days"

The Heavy - The Glorious Dead
Yıl: 2012 İngiltere
Tür: Alternative Rock, Funk Rock, Pop Soul
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Don't Say Nothing"


Royal Wood - We Were Born to Glory
Yıl: 2012 Kanada
Tür: Pop/Rock
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "The Thick of It"


Travis - The Man Who
Yıl: 1999 İngiltere
Tür: Britpop, Pop/Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Why Does It Always Rain on Me?"


Black Light Burns - The Moment You Realize You're Going to Fall
Yıl: 2012 ABD
Tür: Industrial Rock, Alternative Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Your Head Will Be Rotting On a Spike"

Marsheaux - Lumineux Noir
Yıl: 2009 Yunanistan
Tür: Synth Pop, Electropop
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Radial Emotion"


Expatriate - Hyper Hearts
Yıl: 2012 Avustralya
Tür: Indie Rock, Alternative Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Dangerous Stranger"


Souad Massi - Ô Houria
Yıl: 2010 Cezayir
Tür: Singer/Songwriter, Arabic Popular Music, Folk
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Samira Meskina"

Owl City - The Midsummer Station
Yıl: 2012 ABD
Tür: Indie Pop, Indie Electronic
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Dreams and Disasters"
Sun River - Sun River
Yıl: 2012 Danimarka
Tür: Indie Folk
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Lines"



Borat: Cultural Learnings of America for Make Benefit Glorious Nation of Kazakhstan (OST)
Yıl: 2006 ABD
Tür: Ethnic, World, Pop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: Kočani Orkestar - "Shiki, Shiki Baba"


Ali Hassan Kuban - The Rough Guide to Ali Hassan Kuban
Yıl: 2002 Mısır
Tür: African/Arabic Popular Music, Arabic Jazz
"F" Rate: 10/10
I.A.R. tavsiyesi: "Habibi"

29 Ağustos 2012 Çarşamba

Nothing's Carved In Stone - Silver Sun


Hidekazu Hinata (bass), Takanori Ohkita (davul), Taku Muramatsu (vokal, gitar), Shinichi Ubukata (gitar) adlarına sahip, arka arkaya okunduğu vakit insanda Japonca'yı söktüğü duygusu uyandırabilecek dört emo görünümlü Japon müzisyenden kurulu Nothing's Carved In Stone, haklarında hiçbir bilgi yahut önyargı olmadan dinlendiğinde bildiğin Amerikan alternative rock ya da pop rock gruplarından biri izlenimi veren bir oluşum. Ocak 2009'da kurulmuş ve aslen gitarist Shinichi Ubukata'nın solo projesi olarak bilinmekte. Silver Sun grubun üçüncü albümü. Bildiğin Amerikan alternative rock ya da pop rock gruplarından biri dedik ama birçoğundan daha yetkin olduklarını az da olsa hissettim diyebilirim. Zaman zaman elektronik altyapı desteği alarak işin alternative ve pop tarafından epey bir gürültü çıkarmalarına karşın, dikkatimi çeken en önemli özellikleri enerjilerini akıttıkları ve mainstream yöntemleri kendi progressive algılayış biçimleriyle iyi kaynaştırdıkları bazı şarkıları oldu.

Spirit Inspiration ile daha açılışta bence voleyi vuran grup, emo görünüşlerini teyit eder gibi bazen nefretin ötesinde duygular beslediğim pop punk kokular yaymaya yeltenseler de, bu dezavantajı şık doğaçlamalarla kapatabiliyorlar ki biz buna "progressive sandviç" diyoruz. (O "biz" kimsek artık!). Anlatmak için bu kadar debelendiğim şarkının adı Spirit Inspiration. Devamı da Terminal, PUPA, Red Light, The Big Chill diye emprovize ile bilindik şablonlar arasında gidip geldikçe, alternatif manada az da olsa fark yaratan ya da yaratmaya çalışan bir grup dinlediğiniz fikrine yakınlaşabiliyorsunuz. Ama mesela hiçbir bilgi sahibi olmadan gruptan Sequel şarkısını dinlerseniz onları kafadan bir dream popçu bile sanabilirsiniz. Zaten o da numunelik. Az sayıda Japonca, çok sayıda İngilizce şarkıyla komşuları rahatsız etmeye kararlı Nothing's Carved In Stone dörtlüsü, J-Rock'tan kalma bazı ucuz alışkanlıkları da taşımasına rağmen eline yüzüne bakıldığında tiksindirmeyecek, lakin şimdilik çok yüksek mevkilere de gelemeyecek müzikleriyle iyi niyetlerini sergilemişler. Ben de sergiden kalma izlenimlerimi aktarayım dedim.

1. Spirit Inspiration
2. 白昼
3. PUPA
4. Advance Forward
5. Terminal
6. Red Light
7. The Big Chill
8. Inside Out
9. Scarred Soul
10. Sequel
11. Pride
12. The Silver Sun Rise Up High

27 Ağustos 2012 Pazartesi

Los Straitjackets - Jet Set


Nashville'de 1988 yılında gitarist Eddie Angel, baterist Jimmy Lester ve gitarist Danny Amis'ten oluşan enstrümantal surf rock triosu Straitjackets, memleketlerinde verdikleri bir dizi konserin ardından sessiz sakin gündelik işleriyle, ara sıra düğünlere çağrılan müzisyenler gibi katıldıkları konserler arasında gidip gelmişler. Altı yıl sonra bu kez yanlarına basçı Scott Esbeck'i de alarak, isimlerinin başına "Los" getirerek ve kafalarına Meksika güreşçilerinin taktığı maskeleri geçirerek son şekillerini almışlar. İlk albümleri The Utterly Fantastic and Totally Unbelievable Sound Of Los Straitjackets 1995'te çıkmış. Plak anlaşması, yoğun tur programı, çok sıkı sahne performansları, TV şovlar Tom Petty and The Heartbreakers, Link Wray, The Ventures ile müzikal ortaklıklar derken, yaptıkları şekil itibariyle özellikle Meksika'da kült bir figüre dönüşmüşler. On küsür albüm, aralarında Nirvana coverı Smells Like Teen Spirit'in de bulunduğu az sayıda single ve kendilerini bulundukları konuma taşıyan çok sayıda konserle surf rock'ın en baba isimlerinden biri sayılmışlar.

Benim bildiğim Slipknot, Lordi, Daft Punk, GWAR, The Bloody Beetroots, The Mummies, The Locust gibi maske imajı yapmış grupların belki de (bence) en karizmatiği olmaları elbette sahne performansları ve 1995'ten beri yaptıkları müziği hem koruyup, hem de farklılaştırmaya çalışarak sağladıkları istikrardan kaynaklansa gerek. Bir yanıyla ilk albümden bir şarkıyı alıp 2012 tarihli Jet Set'e yerleştirsek, öte yanıyla tam tersini uygulasak bile fark etmeyecek bir istikrar, diğer yanıyla şarkıların caza, country'ye, mariachi'ye, bluegrass'a kayan arayış kaygısı. Hepsi Los Straitjackets külliyatında açık ve seçik anlaşılıyor. Damarı surf rock olan bir grup ne kadar farklı takılabilir ki diye düşünenler olacaktır. Bu şarkılar ilk bakışta penguenler gibidirler. Ama onların arasında da sürüye bağlı olanlar kadar, kurnazı, çakalı, romantiği, uyuşuğu, çalışkanı, akıllısı, delisi yok mudur?


Geçmişine baktığımda bulabildiğim albümleri arasında en fazla uzun isimli debutları yanında, The Velvet Touch of Los Straitjackets (1999), farklı vokallerle düetlerden oluşan Sing Along With Los Straitjackets (2003), Supersonic Guitars in 3-D (2003) ve The Further Adventures of Los Straitjackets (2009) albümlerini beğendim. 2012 tarihli Jet Set ise hala ilk günkü tutkularını yansıtan, bununla birlikte sözünü ettiğim ve artık grubun klasiği haline gelmiş arayışlarının devam ettiğini gösteren 15 şarkılık bir bomba. Nefeslilerin gitara, bas gitarın davula karıştığı tam jeneriklik Crime Scene, şimdiye dek duyduğum en iyi twistlerden biri olan Yeah Yeah Yeah, derinden biryerlerden bana Isaac Hayes soul'unu anımsatan Brooklyn Slide, şık baladlar Low Tide ile Fur Sophia, müthiş gitar oyunları yaptıkları Space Mosquito, bir adama bir buçuk dakikada nasıl gaz verilir sorusunun cevabı Pop Rocks & Coke ve dalgaların üzerine çıkaran diğer şarkılar Jet Set'i yılın albümleri arasına sokmaya yeter.

İlk paragrafta saydığım kadrodan geriye sadece Eddie Angel ve Danny Amis'in kaldığı, şarkıları bazen diğer müzisyenlerle hep birlikte, bazen tek tek yazdıkları Jet Set, Helsinki'de kaydedilmiş. Finlandiyalı Janne Haavisto (gereksiz bilgi!) albümün yapımcılığını üstlenmiş. Hazır oralardayken Irina Björklund isimli bir hanımın Low Tide ve Sardinian Holiday şarkılarına belli belirsiz vokaller yapmasına müsaade etmişler. Onun dışında sahada enstrümanlarıyla konuşmayı seven, en fazla da Meksika'da şahlar gibi karşılanan bir grup Los Straitjackets. Sevecen, babacan, öpecen olduğu kadar, tersinin pis olduğunu da hissettiren onlarca şarkısı var geçmişinde. Zira dalgalar öyle her zaman yakamoz altında iki kişinin birbirlerini götürmek üzere sıktığı yalanlara fon oluşturmayabilir. Bazen adamı öyle bir içine alır ki, bir bakmışsın ayak parmağın burnuna kaçmış. Bilmeden farklı bir surf rock tarifi de yapmış olabilirim bununla.

1. Crime Scene
2. Yeah Yeah Yeah
3. New Siberia
4. Aerostar
5. Brooklyn Slide
6. Jet Set
7. Low Tide
8. Walking Down 3rd Street
9. Bobsleddin'
10. Wrong Way Inn
11. Space Mosquito
12. Sardinian Holiday
13. Mr. Pink
14. Pop Rocks & Coke
15. Fur Sophia

24 Ağustos 2012 Cuma

The Dictator (OST)


Absürd hiciv insanı Sacha Baron Cohen'in son filmi The Dictator, daha önce Ali G, Borat, Brüno gibi tiplemeleriyle yakalanan istikrarı (!) sürdüren bir komedi. Borat ve Brüno'yu da yönetmiş Larry Charles'ın çektiği film, yine gözünü budaktan sakınmayan bel altı vuruşları ve artık komik olmaktan ziyade gülünç olan espri anlayışıyla edindiği hayran kitlesini yine memnun etmiştir. Finalinde Birleşmiş Milletler delegelerine yaptığı diktatör tanımı dışında (ki zaten o da dünyanın her yeri için geçerli bilinen bir tanımdır) elle tutulur bir yanı olmayan film, soundtrack çalışmasıyla elle tutulup sineye bastırılacak kadar sevimlidir. Aynı zamanda şarkı seçimiyle ve cover mantığıyla bana göre filmin kendisinden bile daha kaliteli ve komiktir.

Tüm Cohen filmlerinde olduğu gibi müzik yönetmenliğini Sacha Baron Cohen'in kardeşi Erron Baron Cohen'in yaptığı albüm, "filmden daha güzel olan soundtrackler" kulübüne gönül ferahlığıyla dahil edebileceğimiz türden bombalarla dolu. İlk olarak coverlarla başlarsak, kardeş Cohen'in batının marş olmuş bazı şarkılarını filmin karakterine ve milliyetine göre yapılmış farklı yorumlarına yer verişine ilk Borat'ta rastlamıştık. Yıllarca Türk şarkısı sandığımız, aslen bir Makedonya halk şarkısı olan Şiki Şiki Baba'nın Kočani Orkestar versiyonunun da yer aldığı Borat albümünde, Romen grup Fanfare Ciocărlia'nın Born To Be Wild nakaratlı bir yorumu vardı ve sanki tadımlık olarak albüme konmuştu. The Dictator'da ise Dr. Dre ve Snoop Dogg'un The Next Episode'u, R.E.M.'in Everybody Hurts'ü, Marvin Gaye'in Let's Get It On'u ve Dolly Parton'ın 9 To 5'ı tanınmamış müzisyenler tarafından Arapça yorumlanmış. Özellikle Everybody Hurts ve Let's Get It On'u duyar duymaz filme göstermem gereken reaksiyonları, gülmemi sağlayacak kas hareketlerini bu şarkılara karşı gösterdiğimi fark ettim.


Filmin karakterine uygun bu matrak denemelerin yanında gerçekten ciddi kozları da var albümün. Mesela Khaled'in 1996 tarihli Sahra albümündeki Wahrane Wahrane ve Souad Massi'nin aynı adlı 2001 albümünden seçilen Raoui bunlardan ikisi. Filmin kalibresine bakarsak gerçekten pahada ağır şarkılar bunlar. Ama en büyük ağırlığı ilk defa bu albümde tanıdığım bir başkası koyuyor. 1933-2001 yılları arasında yaşamış Mısırlı pop ve caz müzisyeni Ali Hassan Kuban... 91, 92 ve 95 yıllarına ait sadece üç albüm yapmış hayatı roman bu kıymetli amcamız, albüme konulan Habibi adlı süper şarkısıyla beni tavladı ve kendini merak ettirdikden sonra kendi kadar kıymetli bu bilgileri edinmemi sağladı. Küçüklüğünden beri müzikle uğraşan Kuban'ın Nil Nehri'ndeki yolcu gemilerinden Kahire Operası'na uzanan kariyeri, akciğer rahatsızlığıyla sekteye uğrasa da, sonrasında Arap pop müziği, Nubian ezgileri ve Amerikan pop cazından çiftleştirdiği müziğiyle, bana göre üç adet tarihi değere sahip albüm yapması 90'lı yılları bulmuş. 2001'de Kahire'de kalp krizinden ölene kadar çalmaya ve söylemeye devam etmiş bu çınarı tanımama dolaylı da olsa bir şekilde Sacha Baron Cohen'in vesile olması 40 yıl düşünsem aklıma gelmeyecek birşey. Buna doğrudan vesile olan Erran Baron Cohen'i de iyi bir müzisyen olduğu kadar sıkı bir müziksever olmasından ötürü çok tuttuğumu belirteyim.

1. Aiwa, Mr. Tibbz & Admiral General Aladeen - The Next Episode
2. Jalal Hamdaoui & Driver - Ila Nzour Nebra
3. Ali Hassan Kuban - Habibi
4. MC Rai - Everybody Hurts
5. Khaled - Wahrane Wahrane
6. Michelle J. Nasser - 9 To 5
7. Jalal Hamdaoui & Cheb Rayan - Goulou L'Mama
8. Erran Baron Cohen - The Song Of Admiral General Sargeant Aladeen (feat. Omar Fadel)
9. Mohamed Amer - Let's Get It On
10. Souad Massi - Raoui
11. Erran Baron Cohen - Money's On The Dresser (feat. Jules Brookes)
12. The Aladeenies - Our Beloved Leader

21 Ağustos 2012 Salı

The Vaccines - Come Of Age


Justin Young ve Freddie Cowan'ın yanlarına sonradan ayrılacak bir arkadaşlarını da alarak 2009 yazında öylesine kurdukları The Vaccines, 2010 başlarında Árni Hjörvar ve Pete Robertson'ın katılımıyla son şeklini almış flaş indie rock gruplarından. If You Wanna şarkılarının demosunu YouTube'a yükledikten sonra aldıkları olumlu tepkiler üzerine önce ilk konserlerini, sonra da İngiltere turlarını gerçekleştiriyorlar. Londra konseri kapalı gişe yapıyor, sahne performanslarını The Clash ile karşılaştıranlar oluyor. Bazı eleştirmenler onlara yer ile gök arasında yer bulmakta zorlanıyorlar. 1 dakika 24 saniyelik ilk single Wreckin' Bar (Ra Ra Ra) / Blow It Up saygın müzik dergilerince uzaklardan dönmüş bir eski dost gibi karşılanıyor. Tüm bunlar 2010 içinde vuku buluyor. Sıra geliyor bizim de aralarında bulunduğumuz daha geniş kitlelere ulaşabilmek için albüm yapıp dünyaya açılmaya.

Mart 2011'de çıkardıkları What Did You Expect From The Vaccines?, ortamlara saldığı Wreckin' Bar (Ra Ra Ra), Post Break-Up Sex, If You Wanna, All In White, Nørgaard, Wetsuit single'larıyla ününü İngiltere dışına taşırıp yılın en dikkat çekici gruplarından biri haline geliyor. Klas müzik dergisi NME kendilerini pek seviyor, kapak yapıp, geleneksel hale getirdiği turuna dahil ediyor vs. vs. Şahsen indie rock'ın garage rock ile olan münasebetine pozitif bakışım nedeniyle elimden geldiği kadar takip etmeye çalıştığım bu tip gruplar arasında The Vaccines'i ilk sıralara koymayacak olsam da, şu "yılın en dikkat çekici gruplarından biri" hikayesine tamamen katılıyorum. Aslında kabaca bakıldığında onları dikkat çekici kılan nedir tam olarak tarif etmek zor. Kabaca bakmamak gerek. 60'ların rock'n roll geleneklerini, 70'lerin garaj tutkusunu ve 80'lerin post-punk sadeliğini birbirine ekleyip hiç de bu kadar karışık durmayan basit bir formüle sahipler. Onlardan etrafta çok var, hatta onlardan iyi olduğu halde onların yırttığı gibi yırtamamış çok var bile diyebiliriz.


The Vaccines'in sahip olduğu şeytan tüyü, grubun lideri konumundaki vokal/gitar Justin Young'ın bir demecinde saklı aslında. Tam çevirisi olmasa da özetle: "Ben The Vaccines'i rock'n roll formatında bir pop grubu olarak düşündüm. Daha birinci günden itibaren yazmayı ve dinlemeyi sevdiğimiz türden pop şarkıları yapmak istedik" diyor Justin. Klişe de olsa bu gerçekten önemli. Garaj samimiyeti böyle gruplar için farz. Bir rock grubu olarak göründükleri halde pop ruhuna sadık oluşları ve bunu şarkılarına uyarlayışları çok samimi sonuçlar veriyor. Yeni albüm Come Of Age'de her ne kadar reşit oldukları imasında bulunsalar da, iki albümleri arasında birazdan söz edeceğim farklılıklar dışında herhangi bir reşitleşme, olgunlaşma, tamamen rocklaşma veya tamamen poplaşma yok. İyi ki de yok. Zira The Vaccines hiç büyümemesi gereken bir çocuk gibi.

Come Of Age bana göre "bizden ne bekliyorsunuz" demeye getiren ilk albüm yanında birazcık sönük kalıyor. Olmuş bir albüm ama ilk albümün sahip oldukları düşünüldüğünde fazla "olmuş" bir albüm. Bu kadar olmak her zaman iyi değildir. Bir kere ben The Vaccines benzeri rock gruplarından az ama öz ama samimi ama hırçın bir müzik bekliyorum. Bir garaj şarkısı 3 dakikayı aşınca (az sayıdaki istisnalar dışında) hiç çekilmiyor. Hatta 3 dakika bile bazen dişçi koltuğundaki bekleme anlarına denk geliyor. Mesela kapanıştaki 5 dakikalık Lonely World, yeminle 15 dakika gibi geldi bana. All In Vein gibi güzel bir şarkıya 4 dakika fazla geliyor. Biraz The Young Fresh Fellows çalışsalar fena olmazmış. Teenage Icon, Ghost Town, Bad Mood ve I Wish I Was A Girl benim favorilerim oldu. Yine ilk albümdeki gibi buradaki şarkıların yarısı single potansiyeline sahip. Kendine sahip çıkanlarca reklamı iyi yapılmış, kabiliyetli müzisyenlerden kurulu bir grup olarak The Vaccines'in geleceğinin parlak olduğunu öngörmek için müneccimi oynamaya gerek yok. Öte yandan estirdikleri heyecana rağmen bu müziğe ve bu müziğe uydurulan şarkı yazma biçimine sanki yeni icat edilmiş gibi davranmaya da gerek yok.

1. No Hope
2. I Always Knew
3. Teenage Icon
4. All In Vein
5. Ghost Town
6. Aftershave Ocean
7. Weirdo
8. Bad Mood
9. Change of Heart Pt.2
10. I Wish I Was A Girl
11. Lonely World

15 Ağustos 2012 Çarşamba

Travis - Singles


Farklı isimlerle, türlü değişimlerle, iniş çıkışlarla resmi olarak 1993 yılında kurulan Glasgowlu Travis, 1997'den itibaren Travis adıyla albüm yapmaya başlayalı şimdilik 15 yıl oluyor. Bu 15 yıla 6 albüm ve bir sürü güzel single sığdırmış olan grup, britpop, indie, alternative ve pop rock sularının naif sakinlerinden biri oldu yıllardır. 90'ların sonu, 2000'lerin başı altın dönemlerini yaşadıkları için şimdilerde pek kimsenin dönüp bakmaması, onları güçlü bir nostalji halkası haline getirmiş olabilir. Bunda bir sakınca yok. Hatta Travis şu saatten sonra sadece bir nostalji olarak kalsa da olur. Sözünü ettiğim dönemin radyo dostu öğrencilerini, hayata yeni atılmışlarını, sevgili edinmişlerini, sevgiliden ayrılmışlarını aynı anda bağrına basabilmiş çok (ya da az) sayıdaki gruplarından biridir. "Radyo Dostu" tamlaması burada önemli. Çünkü benim gibi onları ilk radyolarla ya da çektikleri ilginç kliplerle tanıyanların, piyasa şartlarıyla barışık ılıman şarkılarını buralara sığmayacak pekçok anının fonuna yerleştirdiklerini biliyorum.

Gecesi, gündüzü, öğleden sonrası, akşamüstüsü olmayan Travis müziğini her ne kadar yanında çok eğlendiğim bir dost gibi görsem de, tüm albümlerini dinlediğim halde "en iyi Travis albümü şudur" diyebildiğim biri olmadığı görüşündeyim. Hemen hemen aynı duyguları Coldplay için de hissettiğimi belirtmiştim. Travis ile Coldplay farklı gruplar. Onların bana ortak gelen noktaları ise, her ikisini de single single ya da single olmasa bile aralara sıkışmış birkaç şarkıyla seviyor olmam. Bu yüzden benim için "en iyi Coldplay albümü" veya "en iyi Travis albümü" diye bir albüm henüz yok. Olması için uğraştım. Lakin Travis'in de büyüsü buradaymış. Genel ratinglerden bir ortalama çıkarılırsa 1999 tarihli ikinci albüm The Man Who, hem ticari, hem de kritik başarı konusunda en iyi Travis albümü olarak kabul ediliyor. UK Top 100 listesinde 1 numaraya kadar çıkmış, aynı listede 104 hafta kalabilmiş The Man Who bile bana "en iyi" gibi gelmemiştir.


Travis, single, radyo ve kliplerle şekillendiği düşünülen ticari duruşunu, duygu dünyası ve hüzün dağarcığı geniş bir kimlikle dengeleyince ortaya sıcak, samimi, doğal, doğrudan bir müzik çıkıyor. Puslu Britanya'nın kronik hüznünden küçük ışık hüzmeleri misali sızan yaşama sevinci mutlaka hissedilecek bu müzik, bugüne dek Why Does It Always Rain On Me?, Sing, Re-Offender, Flowers In The Window, Side, Love Will Come Through, Turn gibi nefis meyveler verdi. Tabii bunlar benim en net hatırlayabildiğim ve hala irtibatı koparmadığım Travis güzellikleri. Hele o Why Does It Always Rain On Me? yok mu? Dünyaya düşmüş dünya tatlısı bir kaybeden şarkısı, dünyanın en güzel şarkılarından biri. Sözleriyle, müziğiyle dokunamayacağı insan yok gibi. Hatta bırakın insanı, bir ağacın, terkedilmiş bir kulübenin, bir paratonerin duygularına bile tercüman olabilir. "Niye şu yağmur hep benim üzerime yağıyor? / 17 yaşımdayken yalan söylemiştim acaba ondan mı?"

2004'te çıkan Singles albümü Travis'in bana göre en iyisi. Çünkü değişik zamanlarda single olarak çıkmış bu şarkılar gereksiz yere lafı uzatmadan Travis sadedine geliyorlar. Onları dinlerken biriktirdiğimiz bazı anılarımız beyin şeklindeki kumbaramızdan çıkıp geliveriyorlar. Dört mevsimin, dört duvarın, dört duygunun hepsine birden sığıyorlar. Dostlarla geçirilen güzel bir güne de, Müşfik Kenter'in öldüğü güne de dokunmasını biliyorlar. Yangında kurtarılacak bu yedi Travis şarkısını aynı albümde bulmak kendi adıma büyük keyifken, bunların yanına unuttuğum ya da ıskaladığım Driftwood, Walking In The Sun, Coming Around gibi başkalarını da eklemek, best of'lara olan sevgimi biraz daha arttırdı. Tabii aralarda Travis albümlerini hantallaştıran ve zamanında neden single olarak çıkarıldığını sorgulatan şarkılar mevcut. Ve tabii yine unuttuğum ya da ıskaladığım, single olarak çıkmamış ve bu sebepten bu albüme girememiş başka Travis şarkılarının başka Travis albümlerinde biryerlerde duruyor olması fikri de çekici. Hele de Singles'tan sonra iki albüm ve birkaç single daha çıkarttıkları, melek sesli Fran Healy'nin bir demecinde "Travis toplam 12 albüm çıkaracak ve hiç dağılmayacak" dediği düşünülürse.

1. Sing
2. Driftwood
3. Writing to Reach You
4. Why Does It Always Rain on Me?
5. Re-Offender
6. Walking in the Sun
7. Tied to the '90s
8. Coming Around
9. Flowers in the Window
10. Love Will Come Through
11. More Than Us
12. Side
13. U16 Girls
14. Happy
15. All I Want to Do Is Rock
16. The Beautiful Occupation
17. Turn
18. The Distance

12 Ağustos 2012 Pazar

Marsheaux - E-Bay Queen Is Dead


Selanik doğumlu Marianthi Melitsi ve Sophie Sarigiannidou tarafından 2003'te Atina'da kurulan Marsheaux, bugüne kadar nasıl olmuş da farkına varmamışım dedirten harika gruplardan biri. 2012'de çıkan E-Bay Queen Is Dead adlı toplamamsı (kayıtlarda öyle görünmesine karşın içinde daha önce duyulmamış şarkıları da bulunduğu için) albümle tanıdığım grup, öncesinde üç nefis synth pop, electropop albümüne sahip bir Akdeniz güneşi. Etkilendikleri isimler arasında Depeche Mode, The Human League, OMD, New Order ve Yazoo var ki, etkilenme dediğin böyle olur dedirtircesine albümlerinin hepsinde şahane bir atmosfer yaratıp içine pop külçelerini kesme şekerler gibi atarak son derece seviyeli, kaliteli, olgun şarkılar yapmışlar. Yunan müziği denince tavernalarda rakı-balık çağrışımı yapan Mikis Theodorakis, Nana Mouskouri, Anna Vissi, Helena Paparizou'dan ibaret (isimlerini hatırlayabilmek ve doğru yazabilmek için kaynak kullandığımı belirteyim) dar dağarcığımı hiç de sirtaki havasında olmayan evrensel bir electropop ile biraz daha genişletebildiğim için sevindim.

İlk çıkışını 2004'te E-Bay Queen albümü ve Popcorn single'ı ile gerçekleştiren Marsheaux, hak ettiği uluslararası başarıyı da yavaş yavaş elde etmeye başladı. 2007'de ise içinde New Order'ın en güzel şarkılarından olan Regret'in saygıda kusur etmeyen coverının da bulunduğu Peek-a-Boo ve Temmuz 2009'da çıkan Lumineux Noir ise bu başarıyı pekiştirdi. Aslında yazının ana konusunu belirlerken Peek-a-Boo, Lumineux Noir ve son albüm E-Bay Queen Is Dead arasında gidip geldim. İş kura çekmeye kadar gelmişti ki, onları keşfetmemi sağlayan E-Bay Queen Is Dead'in şarkılarının beni biraz daha fazla çektiğini hissettim. Bizzare Love Duo ile hafiften sert bir giriş yapan albüm, ufaktan şaşırtmadı değil. Tabii bu sertlik synth pop sınırlarını ihlal etmeyen ve kesinlikle gruba ayrı bir hava veren türden. Bunu Inside, Do You Feel ? ve Ghost/Hammer (Smash Up) şarkılarında da duymak mümkün. Ama FischerPrice, Eyes Without A Face, Sadly, She's Leaving ve How Does It Feel? ikilinin rotalarından hiç sapmadıklarının kanıtları.


Albümde ayrıca hem sevimli hem de hüzünlü bir enstrümantal olan Now and Never, gotik ama neşeli bir çocuk şarkısı kıvamındaki Empire State Human ve Regret'in ritimsiz kısa bir versiyonu olan Regret (Version 2), farklı tatlar içeriyorlar. Keşke kıvrak synth nağmeleriyle Fly Away ve ona iliştirilmiş 27 saniyelik Cosmogirl şöyle normal bir şarkı formatına sokulsaymış. O da işin tadında bırakma kısmı anlaşılan. Marsheaux ismini Marianthi ve Sophie'nin ilk hecelerinden türeten, albüm kapağıyla ve ismiyle The Smiths'in 1986 tarihli efsane albümleri The Queen Is Dead'e gönderme yapan (ama bir keşke daha dile getirecek olursak nedense o albümden bir cover yapmayan), kendi şarkılarını yazıp, çalıp, söyleyen, hem kulüplere, hem de gönüllere hitap eden ve en önemlisi 80'leri doğru anlamış bir grup Marsheaux. Rakı-balık eşliğinde sirtaki yapmadan, tabak çanak kırmadan da Akdeniz'e açılabiliyor. "Ekonomik krizden en fazla etkilenen ülke" diye başlayan bir cümle kuracaktım biryerlerde. Ama bu kadar güzel şey arasında kaynadı gitti.

1. Bizarre Love Duo
2. FischerPrice
3. Now and Never
4. Eyes Without a Face
5. Inside
6. Do You Feel ?
7. Ghost/Hammer (Smash Up)
8. Empire State Human
9. Sadly
10. How Does It Feel ?
11. Regret (Version 2)
12. She's Leaving
13. Fly Away
14. Cosmogirl

10 Ağustos 2012 Cuma

Black Light Burns - Cruel Melody


Rock'a alternatif diye geliştirilen müziğin iyiden iyiye yavşaklaştığı, "christian", "industrial", "art", "experimental", "cart", "curt" gibi adlar altında insanları farklılık numarasıyla tavlamaya çalıştığı günümüzde bunların bile alıcısı olduğu düşünülürse, söz yazmanın, müzik yapmanın çok kolay olduğunu, herkesin müzik yapıp albüm çıkarabildiğini görmek nasıl yorumlanmalı acaba? Alternatif dediğin ayrı bir muamma zaten. Bir de üstüne başka tanımlar bindirince işin içinden çıkılmıyor. Herkesin müzik yapma hakkı olmalı elbet. Ama bunu insanlarla paylaşınca alacakları eleştirileri de hesaba katmalılar. Bazıları o kadar çekilmez ki insanın içinden değil bir sonraki şarkıya geçmek, başladığı şarkıyı bitirmek bile gelmiyor. "Alternative rock" denilen şey, çoğunluğu Amerikan gruplarının oluşturduğu fabrikasyon pop rock şarkılardan ibaretken, en ufak farklılığa ve derinliğe sahip birileri çıkınca hemen sivriliyor. İşte 2005'te kurulan Los Angeles'lı dörtlü (bazen de beşli) Black Light Burns, "industrial", "art", "experimental" öğeleri progressive rock disiplinine sokup, tüm bunları alternative rock'ın dinlenebilir, sindirilebilir ve beğenilebilir kıvamına sokmasını bilen bir grup.

Aslında onları fırından yeni çıkan 2012 tarihli The Moment You Realize You're Going To Fall albümleriyle tanıdım, 2-3 şarkı dışında da pek beğenmedim. Ama kumaşlarının kalitesini anladıktan sonra gelecekte daha iyi albümler yaparlar diye düşünürken, bundan önce iki albümleri daha olduğunu öğrendim. 2007'de çıkardıkları ilk albüm Cruel Melody ile kumaş kalitesini dikiş kalitesiyle birleştirdiklerini, üzerlerine çok iyi oturan ve birçok ortamda giyilebilecek kıyafetler diktiklerini gördüm. 2008'de çıkardıkları ve içinde Sisters Of Mercy, Duran Duran, PJ Harvey, Fiona Apple gibilerinin şarkılarının bulunduğu cover albüm Cover Your Heart'ı hiç beğenmedim. Cruel Melody'nin havasının bir gramı bile yoktu. O hava, Mesopotamia, Animal, 4 Walls, The Mark, One Of Yours, I Am Where It Takes Me gibi farklı karakterleri bir bedende toplamışçasına güçlü bir ağırlığa sahip. Duyunca burnumun kıvrıldığı Marilyn Manson, Nine Inch Nails, A Perfect Circle isimlerini andıracak industrial, experimental, electronic öğelerin cılkını çıkarmamış, onları alternative rock'ın hizmetkarları konumuna çekmiş müzikleri diğer şarkıları da uzun vadede sevilebilir kılıyor. Finaldeki sekiz buçuk dakikalık Iodine Sky hariç. Deneyselliğin cılkını çıkarmış diyeceğim ama sırf yer doldurup albümü uzatarak epik göstersin hesabı konduğunu hissettirdiği için deneysel bile diyemiyorum. Kalan 12 yeter de artar.

1. Mesopotamia
2. Animal
3. Lie
4. Coward
5. Cruel Melody
6. The Mark
7. I Have a Need
8. 4 Walls
9. Stop a Bullet
10. One of Yours
11. New Hunger
12. I Am Where It Takes Me
13. Iodine Sky

7 Ağustos 2012 Salı

The Bloody Jug Band - Coffin Up Blood


Tuhaf isimli sekiz kişiden oluşan The Bloody Jug Band, alternative country, bluegrass, psychobilly gibi güneye ait country ve folk türevlerinden derlenmiş müziklerini ilk albümleri Coffin Up Blood'da servise sunuyorlar. Bir tabutun üstünde gitar çalan ve ayaklarının altından bir kan nehri geçen sakallı iskelet figürü görünce bunu tıngır mıngır folk ve çayır çimen country ile özdeşleştirmek hayli kafa karıştırıyor. Aslında olayın "Jug" kısmı çok eskilere dayanmakta. Günümüze kadar gelmiş onlarca sonu "Jug Band" ile biten grup mevcut. 1920 ve 30'larda yer etmiş "Jugband" tabir edilen grupların müziklerinden etkilenen The Bloody Jug Band, blues ve rock n’ roll'un karanlık yüzünü de hem müziklerine, hem de liriklerine ekleyince en kısa haliyle "Southern Gothic" denilen karizmatik tamlama ortaya çıkıyor. Bluegrass'in ılık sakinliğiyle psychobilly'nin gotik tekinsizliğini bir tavada eriten grup, her iki türe de mesafeli benim gibi dinleyiciler için ideal bir karışım elde etmişe benziyor.

Cragmire Peace'ın çatallı vokaliyle, grubun tek kadın elemanı Stormy Jean'in kolay rastlanmayacak geri vokalinin ilginç bir kimya yarattığı şarkıların öyle laf olsun, yer doldursun diye yazılmamış oldukları da belli. Her şarkı ya nakaratıyla, ya sololarıyla, ya vokalleriyle kendine has özellikler elde etmeye çalışmış sanki. Bunda gayet ince detaylar yaratarak başarılı da olmuşlar. Graverobber Blues, Blacktooth Growl, Blood Train, Roadkill Boys ve Stormy Jean'in asıl, Cragmire Peace'ın geri vokalde yer aldığı The Pain albümde ilk etapta beğendiğim şarkılar oldu. Mandolinin armonikaya karıştığı, güneye has başka yerel enstrümanların kol gezdiği alternatif bir western kasabasının salonunda keyifle içkinizi yudumlayabileceğiniz zararsız bir atmosfer yaratmışlar. Zararsız dedim, zira işin gotik ve psychobilly kısımları epeyce törpülenmiş. Fena da olmamış. Bu sayede bazı akranlarının yaptığı gibi ürkütücü olup dinleyeni kendilerine yabancılaştırmamışlar. El çırparak, ıslık çalarak, kol kola dans ederek eşlik edilebilecek şen şakrak şarkılara kapılarını hepten kapatmamışlar. Prodüksyon da bal dök yala olunca o kadar Jug Band sürüsü arasından kendini sıyırmaya muktedir bir albümle müzik alemine giriş yapmışlar. Gerçi biraz salaşlık da yakışırmış onlara ama The Bloody Jug Band hem şimdiye, hem de geleceğe ümit veren sade bir grup olarak yeterince tatmin edici bir hadise.

1. Graverobber Blues
2. Chained to the Bottom
3. Hidden Good
4. Blacktooth Growl
5. Blood Train
6. Moon Bathing
7. Devil's Hand
8. Reaper Madness
9. The Pain
10. Boy Named Lucy
11. Roadkill Boys
12. Cold, Cold Sweat
13. If You Want Blood

4 Ağustos 2012 Cumartesi

Tomoyasu Hotei - Electric Samurai


Soundtrackler arasında rutin devriyemi atarken çok sevdiğim Kill Bill albümünün artık resmi teması olan Battle Without Honor Or Humanity'nin sahibi Tomoyasu Hotei'yi ıskaladığımı fark ettim. Bu şarkının hangi albümünde yer aldığını bulmak için araştırma yaparken de kendisinin 20'nin üzerinde albüm sahibi, an itibariyle 50 yaşında rockçı bir ağabeyimiz olduğunu öğrendim. Ben de direk kendisinin diskografisine dalıp başka inciler saklıyor mu diye bakmak istedim. Ulaşabildiğim 10-12 albümü (biraz da sardıra sardıra) dinledikten sonra elimde Doberman (2003), Battle Without Honor Or Humanity'nin de bulunduğu Electric Samurai (2004) ve Monster Drive (2005) albümleri ile başka albümlerinden birkaç şarkı dışında birşey kalmadı. Ben de bu üç albüm arasından içinde beni bu araştırmaya iten sebebin yer aldığı Electric Samurai'yi seçtim.

Tomoyasu Hotei, 1962 Takasaki, Japonya doğumlu bir gitarist, besteci, şarkıcı, yapımcı ve oyuncu. Dört filmde yer almış ve bunlardan biri de 2002 tarihli bir yeniden çevrim olan New Battles Without Honor and Humanity adını taşıyor. Kendisinin o kadar albümünü dinledikten sonra vardığım en kabaca izlenim, kendisinin Japonya'nın Joe Satriani'si, Santana'sı, Brian Setzer'ı veya Asım Can Gündüz'ü olduğu yönündeydi. Usta bir virtüözden beklenen ne varsa kanının son damlasına kadar albümlerine akıtmış olan Hotei'nin tek sorunu belki de kendine özgü bir sounda sahip olmayışı. Bazıları için bu çok da önemli değildir. Satriani bin yıllık rock tarihinde yapılmamış ne yapmıştır mesela? Fakat Santana gibi klasik rock müziğe bazı latin örf ve adetlerini süper biçimde eklemiş duayenler akla geldikçe neden Hotei de kendi kültüründen esinlenip "unique" bir müzik elde edememiş diye sormadım değil. İsmen biryerlere samuray, ninja, yakuza, ikebana sıkıştırmakla olmuyor. Gerçi şu J-Pop veya J-Rock yavanlığı akla gelince buna da şükür. Yine de Satriani örneği ile tekrardan karşılaştıracak olursak, haklı biçimde kültür mültür uğraşamam diyen bir müzisyenin bunca albümden çok daha bayrak işler çıkarmasını beklerdim. Bana uyanlar bana yetmedi çünkü.


Yukarıda eşgallerini verdiğim Hotei albümleri, onun müziğine vakıf olabilmek için yeterli sayılır. Electric Samurai'de benim için onu özel kılan Battle Without Honor Or Humanity'den başka şeyler de oldu. Kill Bill efsanesinin şanına yakışan bu parçanın iki farklı kısa versiyonu da var albümde. Gerçi olmasa da olurmuş. Ama albümleriyle cebelleşirken bir kenara ayırdığım başka Hotei şarkıları arasında 1998 tarihli Supersonic Generation albümünde de yer alan Believe Me, I'm A Liar ve Led Zeppelin coverı Immigrant Song da bu albüme dahil edilmiş, pek güzel olmuş. Ayrıca Hotei'nin yine 98'de bestelediği Samurai Fiction filminin bazı şarkıları da (ki bence en iyisi Katana Groove) buraya sızmış. Diğer şarkılar da gerek isimleri, gerek cisimleri kulağımı biryerlerden ısırdığı için geri dönüp baktığımda çoğunun önceki Hotei albümlerinden toplandığını anladım. Kısacası her ne kadar resmi kayıtlarda öyle gözükmese de Electric Samurai, birkaç albümden derlenmiş klas bir "best of" aslında.

Rock müziğe synth kabloları döşeyerek elektrik miktarını arttıran şarkıları kimi zaman film temaları, kimi zaman rockabilly tarzı western beslenmeleri, kimi zaman da Satriani tarzı canhıraş enstrümantal bestelerden oluşuyor. Bana Electric Samurai'nin kazandırdığı en mühim şeyi düşündüm. Sanırım cevap Immigrant Song idi. Zaten öyle bir şarkıdır ki kendisi, elinin deydiğini orijinal ruhundan kopmadan başka bir şeye dönüştürebilir. School Of Rock filminde Jack Black'in, The Girl With The Dragon Tattoo'nun Amerikan versiyonunda Trent Reznor & Atticus Ross'un Karen O eşliğindeki yorumları şarkıyı uçurmuştur adeta. (Gerçi şarkı onları uçurmuştur ya neysedir!) Tomoyasu Hotei'nin bu uçuşa başka bir sefer sayısı eklediği gönül rahatlığıyla söylenebilir. Artık denk gelirse "Kill Bill'in şarkısı ne güzel dimi" şeklindeki sohbetlere daha geniş kapsamlı iştirak edeceğim için mutluyum. İlk kuracağım cümlenin içinde de muhtemelen Immigrant Song geçecek. Sonra derken laf lafı açacak...

1. Battle Without Honor or Humanity
2. Katana Groove
3. Jingi
4. Kill The Target
5. Immigrant Song
6. Battle Without Honor or Humanity #2
7. Frozen Memories
8. Believe Me, I'm A Liar
9. Battle Without Honor or Humanity #3
10. Dark Wind
11. Space Cowboy
12. Metropolis
13. Howling
14. Fetish