28 Şubat 2017 Salı

Issız Ada Radyosu Arşivi (Şubat 2017)

Tinariwen - Elwan
Yıl: 2017 Mali
Tür: Tishoumaren, Blues Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Sastanàqqàm"
Big Wreck - Grace Street
Yıl: 2017 Kanada
Tür: Hard Rock, Post-Grunge
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "One Good Piece of Me"
 
Satan's Pilgrims - At Home With Satan's Pilgrims
Yıl: 1994 ABD
Tür: Surf Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Que Honda"
Valerie June - The Order of Time
Yıl: 2017 ABD
Tür: Alt. Country, Folk, Soul
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Shake Down"
Lisa LeBlanc - Why You Wanna Leave, Runaway Queen?
Yıl: 2016 Kanada
Tür: Folk Rock, Singer/Songwriter
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "I Love You, I Don't Love You, I Don't Know"
Daniel Ash - Freedom I Love
Yıl: 2017 İngiltere
 Tür: Alternative Rock, Post-Punk
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "You Unravel Me"
Negative Gemini - Body Work
Yıl: 2016 ABD
Tür: Electropop, Dream Pop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Don't Worry Bout the Fuck I'm Doing"
Amy Macdonald - Under Stars
Yıl: 2017 İngiltere
Tür: Pop Rock
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Dream On"
 
Ex Deo - The Immortal Wars
Yıl: 2017 Kanada
Tür: Melodic Death Metal, Symphonic Metal
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Hispania (The Siege of Saguntum)
 
Incubus - Morning View
Yıl: 2001 ABD
Tür: Alternative Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Wish You Were Here"
 
Kabul Dreams - Megalomaniacs
Yıl: 2017 Afganistan
Tür: Alternative Rock, Hard Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Torn Apart"
Def Leppard - Adrenalize
Yıl: 1992 İngiltere
Tür: Hard Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Heaven Is"
 
Southern Avenue - Southern Avenue
Yıl: 2017 ABD
Tür: Folk Rock, Soul
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Don't Give Up"
MUNA - About U
Yıl: 2017 ABD
Tür: Synthpop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "End of Desire"
Zebda - Essence ordinaire
Yıl: 1998 Fransa
Tür: French Pop, Funk, Hip Hop, Raï
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Oualalaradime"
The Grape and The Grain - Holy Rollin'
Yıl: 2017 ABD
Tür: Blues Rock, Stoner Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Maybe I'm Crazy"
 
Josefin Öhrn + The Liberation - Mirage
Yıl: 2016 İsveç
Tür: Psychedelic Rock, Art Pop
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Rainbow Lollipop"
Crocodiles - Dreamless
Yıl: 2016 ABD
Tür: Indie Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "I'm Sick"
 
The Cure - Wild Mood Swings
Yıl: 1996 İngiltere
Tür: Alternative Rock, Pop Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Club America"
Black Sabbath - The Ultimate Collection
Yıl: 2016 İngiltere
Tür: Heavy Metal, Hard Rock
"F" Rate: 10/10
I.A.R. tavsiyesi: "Into the Void"

24 Şubat 2017 Cuma

Satan's Pilgrims - Psychsploitation


1992'de Portland, Oregon'da kurulmuş olan surf rock grubu Satan's Pilgrims, soyadı Pilgrim olan beş kişiden oluşuyor. Akraba olduklarından mı, yoksa grup için imaj fikri mi olduğunu bilmediğim, çok da takmadığım bu durumun gayet şık müzikleriyle pek bir ilgisi yok. Surf rock'ın gereklerini fazlasıyla uyguladıkları 6 albümlük kariyerlerine takılırsanız, onları tanımlayacak en uygun kelimenin "tecrübe" olduğunu görebilirsiniz. Surf rock grupları genelde kendilerine biçtikleri bir konsept etrafında bu müziği icra ettiklerinden, dinleyen üzerindeki etkileri daha sinematik boyutlardadır. Tabii sadece deniz, güneş, bikinili kızlar temalarında takılan gruplardan bahsetmiyorum. İsmen 60'ların B filmlerinden "Satan's Sadists"ten esinlenen Satan's Pilgrims ise, cismen özellikle vampir pelerinleri ve yer yer surf rock'ın karanlık ve gerilimli yüzünü yansıtan soundlarıyla kendine bu atmosferden bir konsept oluşturmuş.

The Ventures, The Wailers, The Sonics, The Kingsmen gibi surf rock efsaneleri ile kıyaslanan grup, bu kıyaslamayı sonuna dek hak eden 60'ların lo-fi nostaljisini yansıttığı şarkılarını enstrümantal bir deneyim haline getirme tecrübesine sahip. Albüm yapmaya başladıkları 1994'ten 2000'lere kadar kısa aralıklarla beş albüm çıkarmış, konserleri ve gizemli duruşlarıyla hep saygın bir konumda yer almışlar. Bu beş albümü de aradan çıkardıktan sonraki fikrim, 2009 tarihli 6. albüm Psychsploitation'ın diğerlerine göre bir başka güzel tınladığı yönünde. Biraz daha açarsam, ilk beş albümü dinledikten bir süre sonra olayın bir rutine döndüğünü hissettim. Psychsploitation akmaya başladıktan sonra aynı rutini ufak dokunuşlarla farklılaştırmaya, zenginleştirmeye çalıştıklarını düşündüm. Gitar melodisini fena halde bizim yerli şarkılardan birinin ezgisine benzettiğim In The Past, klas bir rock'n roll olan Wylde Tymes, insanın twist damarlarını bulup oraya hunharca basan Psycle Pswami, modern bir surf rock algısı yaratan Psych-A-Go-Go (Psych Out!) grubun ritim ve coşku yönündeki tecrübesini masaya vuran şarkılar.

Ritim biraz daha yavaşlayıp orta tempoya dönünce bu kez tüm karizmasıyla Colours Of Your Mind'ın liderliğinde Dilation, Chestnut Trees & Bumblebees, 10,000 Mirrors, Tomorrow Night's Mourning sörf tahtasının tadını çıkarmaya başlıyor. Nostaljik anlar kadar, o nostaljiye saplanıp kalmayan dengeli bir atmosfer oluşturuyorlar. Belki de önceki albümlerin biraz fazla nostaljiye saplandıklarını, bazılarının bu döngü içinde hapsolduklarını düşünmüş olabilirim. Tempo bir alt dereceye düşünce orada da karşımıza sadece ba-ba-ba vokalleriyle lezzet katılmış şahane Tracers (Of Love) çıkıyor. Albümün tam ortasına konmuş olan bu şarkı, adeta kilometreyi sıfırlayıp albümü başka şarkılarla tekrar başlatıyor. Grubun artık önceki gibi döngülere, rutinlere, birbirinin aynı melodilere tıkılıp kalmadığını, evcilleştirilmiş bir psychedelic bilinçle, olgun bir rock'n roll anlayışla şarkıların sıralamasında bile titiz davranmaya başladığını gösteren Psychsploitation'dan bu yana sekiz sene geçti. Adamlar şimdi ne yapıyor bilinmez. Birgün geri dönerlerse kapım açık bekliyor olacağım. B tipi vampir filmlerinden, sörf tahtalarından, surf rock efsanelerinden falan konuşuruz.

1. Dilation
2. In The Past
3. Chestnut Trees & Bumblebees
4. Tomorrow Night's Mourning
5. Wylde Tymes
6. Kaleidoscope
7. Tracers (Of Love)
8. Night Of The Face
9. Colours Of Your Mind
10. Psycle Pswami
11. Rainy Day Green Stop Sign
12. Psych-A-Go-Go (Psych Out!)
13. 10,000 Mirrors

19 Şubat 2017 Pazar

French Films - Imaginary Future


Helsinkili bir beşli olan French Films, 80'ler pop müziği ile new wave türlerini günümüz semalarına taşımaya hevesli onlarca çıtır gruptan biri. Onlarca grup arasından onları seçmemin nedeni, bu taşıma işlemini çok sevimli bir enerjiyle ve insanı yormayan bir nostalji dokusuyla gerçekleştiren mütevazi karakterde oluşlarıydı. 2010'da kurdukları gruplarıyla vakit kaybetmeden dört şarkılık Golden Sea EP'sini çıkarıp olumlu tepkiler alınca, albüm yapmaları kaçınılmaz olmuş. EP'den yaklaşık bir yıl sonra da Imaginary Future albümleri ile indie pop adı altında 80'lerin gitarlı pop müziğinin bazı kişilikli isimlerini anımsatan hoşlukta 10 şarkı pişirmişler. Dinlerken The Cure'un, R.E.M.'in, Talking Heads'in eski günlerini anımsayıp, bu ve buna benzer başka grupların kulaklarını çınlatmadım değil. Bu kadar iddialı isimleri saymamı sağlayan French Films müziği, öyle nadir bulunur cinsten sayılmaz. Fakat saçtıkları ışıkla geçmiş ile günümüz arasında pek de öyle uçurumlar olmadığı fikrine olan ihtiyacımızı besliyorlar bu tip gruplar.

Fransız filmleri kadar çetrefilli olmayan, hatta bazen duymaktan tiksinmeyeceğiniz türden reklâm cıngılları kadar basit ve hemen saran melodilerini Johannes ve Joni'nin gitar/vokalleriyle vücuda getiren French Films, kimi zaman aldıkları synth desteğiyle nostaljik yapılarını zedelemeden, tam tersi ona sahip çıkarak omurgalarını güçlü tutuyorlar. This Dead Town, Pretty In Decadence, The Great Wave Of Light, ayrıca punk'ın post yanını çok güzel yakalayan Convict ve New Zealand şarkıları Imaginary Future'ın kalitesini tescilleyen favorilerim. Aslında "kalite" gibi olumlu olduğu kadar iddialı bir kelimeyi böylesine sevimli ve new wave hüznünü genlerinde taşıyan bir albüm için kullanmak tuhafıma gitti. Onun kalitesi de burada sanırım. 80'leri daha popüler olmayan bir pencereden seyreden new wave kadifeliğini, post-punk harareti ile dengeleyen Imaginary Future, zamanında birilerinin kurcalarken bulduğu o eşsiz gitar tonunun gölgesinde yeni kuşakların ürettikleri melodilerden bir demetle, bazen 70'lerin Türkçe pop şarkılarının genel karakterinden ufacık kesitler dahi sunabilir dinleyenlerine.

1. This Dead Town
2. You Don't Know
3. Golden Sea
4. Pretty In Decadence
5. The Great Wave Of Light
6. Living Fortress
7. In The Afternoon
8. Convict
9. New Zealand
10. Up The Hill

12 Şubat 2017 Pazar

Def Leppard - Hysteria


Def Leppard'ın 1989 tarihli 6. albümü Hysteria daha piyasaya çıkmadan Animal ve Pour Some Sugar On Me şarkılarının videoları aklımı başımdan almıştı. Yanlış anlaşılmasın, videolar çok kötüydü. Hatta zamanın hard rock gruplarına nazaran görünüm olarak hiç de karizmatik gelmemişlerdi. O dönemde ekran karşısında beni kilitleyen müziğin kendisinden bahsediyorum. Bu öyle bir hard rock tonuydu ki, Bon Jovi, Cinderella veya daha sert kanattan Judas Priest ve AC/DC soundlarındaki çiğ yoğunluktan çok başka bir atmosfere sahipti. Farklı stüdyo teknikleri, hiçbir enstrümanı geri planda bırakmayan mükemmel kurgusu, gitar ve vokal zenginlikleri, çok iyi yazılmış şarkılarla biraraya gelince ortaya zamansız bir albüm çıktı. Bunda grubun yapımcı olarak Zambia asıllı İngiliz prodüktör Robert John "Mutt" Lange ile çalışmalarının da etkisi büyüktü. Zaten bana göre grubun en iyi albümlerinin altında hep onun imzası vardı. (Hatta severek dinlediğim ve Hysteria soundundan yoğun izler taşıyan Bryan Adams'ın Waking Up The Neighbours albümünün yapımcısı da kendisidir.)

Bu soundun oluşmasındaki bir diğer etken de, 1984'te geçirdiği trafik kazası sonucu sol kolunu kaybeden davulcu Rick Allen için tasarlanan özel davul setinden elde edilen güçlü neticeydi. Allen kazadan sonra bir daha davul çalamayacağını düşünse de grup arkadaşları onu devam etmesi için cesaretlendirdiler. Birkaç mühendis, Status Quo davulcusu Jeff Rich ve elektronik davul kitleri imalatçısı Simmons şirketinin ortak çabalarıyla Allen belki de iki kollu günlerinden daha yüksek bir performans elde etti. İlk kez 86'daki Monsters Of Rock konserinde sahneye çıkan Allen, Hysteria ile muhteşem bir kişisel dönüşe imza attı. İmkansızı mümkün kılan bu işbirliği ve teknoloji 80'lere sığmadığı gibi, 90'ların çiğ grunge yaylım ateşine karşı dokunulmazlık, 2000'lerin arayış içindeki başıboşluğuna karşı bağışıklık kazanmış bir başyapıttı.


Tabii Hysteria sadece Rick Allen'ın kişisel dönüşü değil, Def Leppard adının tüm dünyaya ilanıydı. Öncesinde beş albümleri daha olmasına rağmen, 80'lerde Amerikan egemenliğinde olan hard rock artık İngiltere'de ne kadar ünlüyse o kadar ünlü olan Def Leppard, Hysteria sayesinde aralarında benim de katıldığim hayran kitlesini katladı. Olabilecek en şahane tanışma albümlerinden biriydi. Kaseti walkmenime takıp dinledikten ve bitirdikten sonra kabına koyup elime alarak ona baktığımı çok iyi hatırlıyorum. Bir ansiklopedi tutuyormuş gibi hissetmiştim. Artık hiçbir şey aynı olmayacaktı. Zaten o dönemlerde günde bir defa dinlediğim albümün her dakikası keşfedilecek yeni şeyler içerdiğinden, hem hard rock köklerinden, hem de zamanının ötesinde bir modernlikten beslenen bu müzik, zamanla klasikleşeceğini belli ediyordu. Çıtayı öyle bir yere asmıştı ki, gelecekte karşılaşacağım pekçok albümü onunla karşılaştıracak, bu albümleri zavallı görecek, ona hergün yeniden aşık olacaktım.

Joe Elliott (vokal), Rick Savage (bas), Rick Allen (davul), Steve Clark (gitar), Phil Collen (gitar) efsane kadrosunun gerçekleştirdiği Hysteria, öncesinde ve sonrasında bazı mevkilerde değişikliğe gitmişti. En önemlisi de, Hysteria'ya karakterini veren en önemli unsurlardan biri olan ve 1991'de alkol zehirlenmesi sonucu hayatını kaybeden gitarist Steve Clark'ın emek verdiği son albüm olması. Albümün teknik detaylarında gizli inanılmaz bir mühendislik var ki, dinlemeye doyamadığımız bu şarkıların yazım ve kayıt aşamaları, aynı zamanda şarkı yazımına da grubun bir üyesi gibi katkı sağlayan Lange'in kontrolünde geliştirilmiş bir konsepti işaret ediyor. İlginçtir, Lange'in amacı Michael Jackson'ın efsane Thriller albümünün hard rock versiyonunu yaratmaktı. Yani her şarkısı hit potansiyeline sahip bir albüm. Öyle ki, Lange'in bir country baladı olarak stüdyoya getirdiği Love Bites'ın nasıl unutulmaz bir hard rock baladına dönüştüğü bu konsept bünyesinde belli oluyor.

Ama bu nitelikli teknik çalışma, albümün zaman dinamiklerini de farklı biçimlerde etkilemiş. Örneğin albümün en son yazılan şarkısı Pour Some Sugar On Me sadece iki haftada biterken, Animal'a son halini vermek neredeyse üç yıl sürmüş. Rocket, Gods Of War, Women, Excitable şarkılarında bir tık daha fazla hissedilen dönemin sonik teknolojisiyle önceki Def Leppard albümlerindeki geleneksel hard'n heavy tarz bir kenara konmuş. Thriller mantığı hedeflerken bu şekilde gelenekselden uzak durmaya çalışmanın riskini de alarak yapılan Hysteria, hedeflediği herşeyi gerçekleştirmiş. Dünya çapında 25 milyon kopyadan fazla satarak ve ABD, İngiltere, Avustralya listelerinde zirveye çıkarak bestseller olmuş. Her biri için paragraflar dolusu şey söylenebilecek bu 12 harika rock şarkısı, hedeflediği Thriller konseptinin hakkını verdiği üzere zamansız bir deneyim sunuyor. Bazen tek, bazen içiçe geçmiş muhteşem gitar riffleri birbirini izliyor. Bazen bir şarkıda kullanılan 8-10 riffin her birinden ayrı bir şarkı bile çıkarılabileceğini anlıyorsunuz. Bunlardan birinin kapanıştaki Love and Affection olması, bu bir saatlik baş döndürücü destansı tecrübenin epik finaline adını yazdırıyor.


Hani eski filmlerin bazı özel efektlerini günümüzde yavan buluruz ya, ironik biçimde teknik açıdan Hysteria'nın 80'lerin sonunda ortaya koyduğu müziğin ötesine geçen bir rock albümüne henüz rastlamadım. Bu yüzden benim gözümde klasik olmuş bir bilim kurgu eserinden aşağı kalır yanı yok. Özellikle 2000'li yıllarda abartılı biçimde yüceltilen o kadar çok albüm oldu ki, artık nasıl bir yokluk içindelerse bu insanların Hysteria'dan haberleri bile olmadığını düşünmeye başladım. Belki benim de haberim olmasaydı onlara başka gözle bakabilirdim. Bir dinleyici olarak onu duymadan şekillendireceğim rock kültürü nasıl olurdu diye zaman zaman düşünmedim değil. Benim için kendi öncesini ve sonrasını bile silmiş bir albüm olarak Hysteria, Def Leppard tarihinde bir kez çıkabilecek bir albümdü. Tıpkı OK Computer, Nevermind veya Mezzanine gibi kendi tarihlerinde bir defaya mahsus telakki ettiğim albümler kadar değerli, özel ve sonu olmayan...

1. Women
2. Rocket
3. Animal
4. Love Bites
5. Pour Some Sugar on Me
6. Armageddon It
7. Gods of War
8. Don't Shoot Shotgun
9. Run Riot
10. Hysteria
11. Excitable
12. Love and Affection

8 Şubat 2017 Çarşamba

Louise Burns - Young Mopes


2000'lerin başında Kanadalı dört kızdan kurulu pop rock grubu Lillix'te bas çalmış, birlikte üç albüm yapmış, 2011'de solo çalışmalara yönelmiş Louise Burns, 2017 Şubat ayında çıkardığı Young Mopes ile kendi kariyerinin üçüncü albümüne sahip olmuş, pek kimsenin bilmediğini düşündüğüm bir müzisyen. Öyle ki, zamanında Mellow Drama (2011) ve The Midnight Mass (2013) albümlerini dinlediğimi fark edene kadar ben bile bilmiyordum. Tabii aklımda hiç yer etmemiş bu iki albümün üzerinden hızlıca tekrar geçtiğimde (Young Mopes hatırına) neden aklımda yer etmediklerini bir kez daha anlamış oldum. Zaten Young Mopes'u da onun üçüncü albümü olarak dinlemedim. Yeni çıkmış bir indie müzisyenin ilk albümü deseler hemen inanırdım. Çünkü Louise Burns diye biri yoktu benim için. Ta ki çok kaliteli bir indie pop (bazen de rock) albümü olarak bir gün çıkıp gelen Young Mopes'a kadar. Kısacası, bu albümle unuttuğum birini hatırlamadım, adeta benim için yeniden doğdu. Aslında böyle afili laflardan ziyade daha mütevazi övgüler duymayı hak eden bir albüm Young Mopes. Bir köşede unutulup gidecek belki. Ama bana göre daha ikinci ayında 2017'nin en iyilerinden biri.

Açılışı yapan Who's The Madman, bana nedense direk yaz mevsiminin huzur dolu şezlong tembelliklerini anımsattı. Ama böyle söyleyerek onu basitleştirmiyorum. (Zaten tembellik, indirgeme yöntemi olarak kullanılmayacak kadar yüce bir duygudur benim için.) Tam tersi, o yaz huzurunun rüyamsı atmosferinden ve o atmosferden çıkıp gerçek dünyaya dönüşün hüznünden izler taşıyan enfes bir şarkı olduğunu söylemeye çalışıyorum. Pharaoh, Storms, Dig gibi albümün kalite çıtasını yükselten şarkılar, indie pop ve indie rock karması nasıl olmalıdır sorusuna kendi tevazularıyla alternatif cevaplar verebiliyorlar. Kısaca pop rock olarak da telaffuz edilebilecek iken, kısaca telaffuz edilmek istemiyorlar sanki. Louise Burns bu karışım arasına kesin çizgiler koymamayı tercih ediyor. Singer/songwriter karakteristiği olarak isteyen istediği şekilde görsün diye. Ben de nasıl gördüysem öyle seviyorum kendisini ve şarkılarını.

Fakat Burns bununla yetinmiyor. Who's The Madman ile birlikte Moonlight Shadow ve albüme adını veren Young Mopes ile biraz daha fazla hissedilen 80'ler synth ruhunu bu indie lezzetiyle karıştırmak suretiyle gözümde biraz daha büyüyor. Hatta Strange Weather'ın karizmatik western dokunuşlarıyla alt. country / folk rock sularında da rahatlıkla kulaç atabileceğini gösteriyor. Bazen bu tür şarkıları "outlaw country" olarak da tanımlayabiliyorlar. Strange Weather için de böyle deseler bayılırım. Demeseler de ben onu öyle görmekten memnunum. Albümle ilgili tek negatif eleştirim, kapanışta yer verilen Downtown Lights'ın vasatlığı olabilir. Şarkı gerçekten vasat mı, yoksa böyle iyi bir albümün kapanışını layığıyla yapamadığı için öyle mi görünüyor tam bilemedim. Onu çıkardığımızda 8. şarkı Young Mopes ile şık bir final yapılabilirmiş. Onun dışında tek bir nota bile eklenmemesi gereken, tam kararında, tam kıvamında bir albüm Young Mopes.

1. Who's the Madman
2. Pharaoh
3. Storms
4. Moonlight Shadow
5. Hysteria
6. Dig
7. Strange Weather
8. Young Mopes
9. Downtown Lights