31 Temmuz 2024 Çarşamba

Issız Ada Radyosu Arşivi (Temmuz 2024)

BALTHVS - Harvest
Yıl: 2024 Kolombiya
Tür: Funk, Psychedelic Rock, World
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Mango Season"
Cryptic Hatred - Internal Torment
Yıl: 2024 Finlandiya
Tür: Death Metal
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Homicidal Intentions"
Bad Nerves - Bad Nerves
Yıl: 2020 İngiltere
Tür: Garage Punk, Garage Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Baby Drummer"

Deep Purple - =1
Yıl: 2024 İngiltere
Tür: Har Rock, Blues Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Pictures of You"
Future Utopia - Django's High
Yıl: 2024 İngiltere
Tür: Neo-Psychedelia, Alternative Pop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Intuition"
Derby Motoreta's Burrito Kachimba - Bolsa amarilla y piedra potente
Yıl: 2024 İspanya
Tür: Rock andaluz, Psychedelic Rock
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Prodigio"
Ceza - Yatay Zeka
Yıl: 2024 Türkiye
Tür: Rap, Hip-Hop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Bando (feat. Şehinşah)
Penza Penza - Alto E Primitivo
Yıl: 2024 Estonya
Tür: Funk Rock, Psychedelic Rock, Lo-Fi
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Much Sharper, More Focused"
The Raveonettes - Sing...
Yıl: 2024 Danimarka
Tür: Garage Rock, Indie Rock, Cover
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Venus in Furs"
Paul Simon - The Rhythm of the Saints
Yıl: 1990 ABD
Tür: Brazilian Music, Folk Pop, World
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "The Obvious Child"

Jack White - No Name
Yıl: 2024 ABD
Tür: Garage Rock
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Bombing Out"

Deadpool & Wolverine OST
Yıl: 2024 ABD
Tür: Pop, Pop Rock, Score
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: Eric Carmen - "Make Me Lose Control"
Bryan Ferry - The Best of Bryan Ferry
Yıl: 2009 İngiltere
Tür: Pop Rock, Sophisti-Pop, New Wave
"F" Rate: 10/10
I.A.R. tavsiyesi: "Don't Stop The Dance"


Kasabian - Happenings
Yıl: 2024 İngiltere
Tür: Alternative Dance, New Rave
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Call"
Ramy Essam - Resala Ela Magles El Amn
Yıl: 2017 Mısır
Tür: Rock, World
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Fe Aáhd El Zalem"
GUM / Ambrose Kenny-Smith - Ill Times
Yıl: 2024 Avustralya
Tür: Neo-Psychedelia, Psychedelic Pop
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Ill Times"
BNNBRDS - FLUKE
Yıl: 2024 Almanya
Tür: Psychedelic Rock, Progressive Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "H&M"

Free Electricity - Noisy
Yıl: 2024 İspanya
Tür: Big Beat,  Neo-Psychedela, Electronic
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Noise Riot"
Sababa 5 & Yurika - Kokoro - こころ
Yıl: 2024 İsrail/Japomya
Tür: Neo-Psychedelia
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Kokoro - こころ"

KMFDM - Let Go
Yıl: 2024 Almanya
Tür: Industrial Rock, Electro-Industrial
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Push!"





28 Temmuz 2024 Pazar

Paul Simon - Graceland

 
1970'lerde yayınladığı bir dizi hit kaydın ardından, Paul Simon zor zamanlar geçirmeye başladı. Simon & Garfunkel olarak birçok önemli albüme ve şarkıya imza attığı eski ortağı Art Garfunkel ile ilişkisi yeniden kötüleşmişti. Altıncı solo albümü Hearts and Bones (1983) kariyerinin en düşük satışını elde etti. Aktris Carrie Fisher ile olan evliliği bitti. Tipik bir romantik komedi erkeğinin başına gelebilecek birçok olumsuz şey onu bu dönem yakaladı. 1984'te Simon, genç bir şarkıcı/söz yazarı olan Heidi Berg tarafından bir kayıt yapmayı kabul etti. Paul Simon ile televizyon yapımcısı Lorne Michaels tarafından tanıştırılan Berg, kaydının nasıl olmasını istediğine örnek olarak, Simon'a Johannesburg'un Soweto ilçesinden siyah sokak müziği mbaqanga'nın kaçak bir kasetini ödünç verdi. Simon'a 1950'lerin rhythm and blues'unu hatırlatan bu müzik, içinde bulunduğu ruh hali de düşünülünce onu derinden etkiledi. Arabasında kaseti dinlerken şarkıların üzerine doğaçlama melodiler yapmaya başladı. İşi iyice ciddiye alan Simon, plak şirketi Warner'daki bağlantılarından kasetteki sanatçıları kim olduklarını öğrenmek istedi. Adres Güney Afrika'ydı ve kayıtlar vokal grubu Ladysmith Black Mambazo ya da Boyoyo Boys'a aitti. Simon, kasetteki en sevdiği şarkı olan Gumboots'un haklarını satın almayı düşündü ve 1970'lerde El Condor Pasa şarkısında olduğu gibi kendi serbest uyarlamasını yapmak istedi. Ama Güney Afrikalı yapımcı Rosenthal büyük resmi görüp bunun yerine Simon'a Güney Afrika müziğinden oluşan bir albüm kaydetmesini teklif etti ve ona Güney Afrikalı sanatçılardan düzinelerce kayıt gönderdi.

Ne var ki 1980'lerde Güney Afrika'da kayıt yapmak tehlikeliydi. Çünkü Birleşmiş Milletler ırkçılık politikaları nedeniyle kültürel bir boykot uygulamıştı. Bu boykot, diğer devletleri Güney Afrika ile "tüm kültürel, akademik, sportif ve diğer alışverişleri engellemeye" zorladı. Yazarlara, sanatçılara, müzisyenlere ve "diğer kişiliklere" ülkeyi boykot etmeyi dayattı. Simon yine de Güney Afrika'ya gitmeye kararlıydı. "Müziğine büyük hayranlık duyduğum insanlarla çalışmak için müzikal içgüdülerimi takip edeceğim" şeklinde demeçler verdi. Güney Afrikalı siyah müzisyenler birliği de, bu müziğin uluslararası arenalarda tanıtılacak, geniş kitlelere ulaştırılacak, sorunları daha görünür kılacak olması sebebiyle Simon'ın gelmesine izin verdi. Bu arada Simon, Heidi Berg'in ödünç verdiği kasetten esinlenerek bir albüm kaydetme planlarından ona bahsettiğinde, projesinin sahiplenilişini tam sindiremediği için ilişkileri kötüleşti. Belki de Simon'ın kendi fikrini çaldığını düşünerek bu boyutlara getirmesini hazmedemedi bilemiyoruz. Şubat 1985'te Simon ve uzun yıllardır onun ses mühendisliğini yapan Roy Halee, gizlice Johannesburg'a uçtular. Rosenthal da Simon'ın etkilendiği Lulu Masilela, Tao Ea Matsekha, General M. D. Shirinda and The Gaza Sisters ve The Boyoyo Boys Band gibi müzisyenleri çoktan ayarlamıştı bile. Johannesburg'daki müzisyenlere genellikle saatte 15 dolar ödenmesine rağmen, Simon onlara saatte 200 dolar ödeme ayarlattı ki bu o dönem New Yorklu müzisyenlerin bile aldıkları ücretin yaklaşık üç katıydı.

Halee'nin kayıtların yapılacağı stüdyodan pek ümidi yoktu ama şaşırtıcı biçimde iyi buldu. Biraz garajı andırması, müzisyenlerin kulaklık takmamaları vs. kayıtları aksatmadı. 10 ila 30 dakika süren jam sessionları ve bilumum kayıtları toplayan Simon ve Halee, New York'a dönünce albüm projesinin peşini bir an olsun bırakmadılar. Johannesburg kayıtlarından üç ay sonra kayıtları tamamlamak için birkaç Güney Afrikalı müzisyeni New York'a taşıyan Simon, 25 Haziran 1986'da resmen Graceland'i piyasaya sürdü. Benim de albümle, aynı zamanda Paul Simon ile tanışmam sanırım bir sene sonrayı buldu. MTV ve radyolar sayesinde ilk single You Can Call Me Al'a rastlamamak mümkün değildi. O kadar canlı, sevimli, zeki bir pop şarkısıydı ki, dinledikçe dinleyesi geliyordu insanın. Hala da öyle. Perküsyonların, nefeslilerin, Ladysmith Black Mambazo geri vokallerinin, şahane bir penny whistle (teneke flüt) solosunun arasından şirin şirin şarkı söyleyen bu küçük adam da nereden çıktı demiştik. Sonra da o zaman 45 yaşında (şu an 83) olmasına, 1965'ten beri albüm yaptığına şaşırmıştık. Belki Simon & Garfunkel döneminden 1-2 şarkısını bildiğimiz bir müzisyeni yakından tanıma fırsatı bulmuştuk.


Açıkçası Paul Simon'ı birkaç şarkısı dışında pek dinlemem. Ama Graceland'in yeri çok başka. 80'lerin ortasında hard rock veya pop müziğin dışında "world music" diye bir evrenle tanışmamıza vesile oluşu, Afrika ezgilerinin pop ve pop rock unsurlarıyla kaynaştığında gidebileceği yerleri göstermesi, ergenlik çağlarımızın belirli anlarına fon müziği olup o anları çıkmamak üzere zihnimize kazıması ona olan borcumuzun boyutlarını gösteriyor olmalı. Zaten o world music geçidinin açılmasıyla bu albümde tanıştığım Ladysmith Black Mambazo, Youssou N'Dour, Boyoyo Boys gibi isimlerle ilerde yollarımın kesişmesi de çok anlamlıydı. Özellikle 1964'te kurulan bayıldığım Ladysmith Black Mambazo'nun yer aldığı üç parça Diamonds On The Soles Of Her Shoes, You Can Call Me Al ve Homeless, albümü yıllar boyunca sevmeme katkısı olan şarkılardır. Hele de mükemmel bir a capella olan Homeless'in büyüsü beni hiç terk etmedi. Sevimli bir çocuk şarkısıyla, kederli bir Afrika türküsü arasında gidip gelen bu Shabalala karrdeşler- Simon ortak bestesi albümün en özel anlarından birini oluşturmakta.

Albümün ismini Graceland olarak seçmekle Elvis Presley'in Memphis'teki evine atıfta bulunan Paul Simon bunun manevi bir yönü temsil ettiğine inanıyordu: Afrika'da fikir toplamak için fiziksel bir yolculuğa çıktığı gibi, müziğe olan sevgisini yeniden canlandırmak için manevi olarak rock "atasının" evine de seyahat edecekti. Bu hac fikrinin kaynamakta olan bir kazan halindeki Güney Afrika'yı kapsıyor olması ayrıca manidar. Şarkı ise Afrika ezgileriyle Amerikan rockabilly buluşması nefis bir serinlik. Yılların rockabilly/country duosu The Everly Brothers'ın vokalleriyle katkı sağladığı Graceland her ne kadar Elvis'in rock'n roll ateşiyle yanmasa da, Simon'ın yolculuğundaki köklere dönüşün anlamlı bir ifadesi olduğunu hissettirmiş. Bir başka favorim ise, Linda Ronstadt'in geri vokal yaptığı Under African Skies... Adı gibi, Afrika gibi, gökyüzü gibi olağanüstü bir şarkı. (Bu arada kim bu Linda Ronstadt diyen olursa kendisi 90'larda Star televizyonunda gece yayına giren Parliament Sinema Kulübü'nde duyduğumuz All My Life şarkısını seslendiren country/pop rock şarkıcısıdır.)

Yine Ladysmith Black Mambazo'nun 1 dakikalık a capella girişinden sonra tatlı mı tatlı bir Afrika şarkısı olarak yüreklere akan Diamonds On The Soles Of Her Shoes, albüm bütünlüğüne pek uymuyor gözükse, Los Lobos ne alaka dedirtse de kalite bütünlüğünü kesinlikle bozmayan All Around The World or The Myth Of Fingerprints, The Boy In The Bubble, I Know What I Know diye sürüp giden, ayrı ayrı hayranlık duyduğum diğer Graceland şarkıları. A cappella, Zydeco, Isicathamiya, Mbaqanga, Mbube gibi duymadığımız Afrika müzik türlerini klasik Paul Simon folk, pop ve rock kimliğiyle buluşturan Graceland bu satırlar yazılırken 38 yaşında. Dönemin müzikal ikliminde büyük bir fark yaratmış, yine dönemin apartheid (beyaz ırkın diğer ırklardan üstün olduğunu savunan ideoloji) rüzgarının karşısına "anti" bir duvar örmüş bu albümden sonra Simon, 1990'da bu defa Brezilyalı müzisyenlerle The Rhythm Of The Saints'i çıkardı. O albümü, benim için bir başyapıt olan The Obvious Child haricinde Graceland kadar sevemedim. Zaten hiçbir Paul Simon albümünü Graceland kadar sevemedim. Hatta şimdi bakınca Graceland'in Paul Simon'ı bile aştığını düşünüyorum.

1. The Boy in the Bubble
2. Graceland
3. I Know What I Know (with General M.D. Shirinda and The Gaxa Sisters)
4. Gumboots (with The Boyoyo Boys)
5. Diamonds on the Soles of Her Shoes
6. You Can Call Me Al
7. Under African Skies (with Linda Ronstadt)
8. Homeless (with Ladysmith Black Mambazo)
9. Crazy Love, Vol. II (with Stimela)
10. That Was Your Mother (with Good Rockin' Dopsie And The Twisters)
11. All Around the World or the Myth of Fingerprints (with Los Lobos)

25 Temmuz 2024 Perşembe

Juliette & The Licks - Four On The Floor


Nirvana’yı saymazsak Dave Grohl denince akla ilk gelen ismin Foo Fighters olması ne kötü! Umarım ki bundan sonra Them Crooked Vultures adı da akıllara gelecek. Hatta artık sadece o gelse bile olur. Ama Dave Grohl denince aklıma başka bir şey daha geliyor. O da zorda kalan müzisyenlerin imdadına yetişen bir davul emekçisi oluşu. Oraya birazdan geleceğiz. Asıl konumuz Juliette & The Licks... Hâlâ duymamış olan varsa tabiî o Juliette de Juliette Lewis oluyor. Yani Kalifornia, What's Eating Gilbert Grape, Natural Born Killers, Strange Days, From Dusk Till Dawn ve daha birçoklarında rol almış fena halde seksi insan... Lewis’in müzikle ilk flörtü 1994 yılında Melisa Etheridge’in Come To My Window videosunda görünmekle başladı. Bir yıl sonra da senaryosunu James Cameron’un yazdığı, o zamanki karısı Kathryn Bigelow’un yönettiği harika bilim kurgu macera Strange Days filminde canlandırdığı Faith rolüyle sahnede PJ Harvey coverı Hardly Wait’i seslendirdi. 2000 yılında da The Crow: Salvation filminin soundtrack albümünde The Infadels ile düet yaptı. Sinema yüzünden uzun süre kopuk kaldığı rock aşkına sıkı bir dönüş ihtiyacı hissederek dört müzisyenle birlikte Juliette & The Licks’i kurdu.

Müzikte adını duyurmadan evvel Juliette Lewis, Johnny Depp’in gece kulübüne, HIM’in videosuna, Prodigy’nin albümüne konuk olayım derken nihayet grubuyla önce bir EP, bir yıl sonra yani 2005’te de ilk albüm You're Speaking My Language’i yayınlıyor. Bu süreçte şarkı yazarı ve prodüktör Linda Perry (4 Non Blondes) de onu yalnız bırakmıyor. Albümün tanıtımı için düzenlenen tur, grup için gayet iyi geçerken ve yeni şarkılar yazılmaya başlanırken tur sonunda davulcu Jason Morris nedense grubu bırakıyor. Neyse ki bunu duyan adamımız Dave Grohl hızır gibi yetişerek yakın dostu Lewis’i ve grubunu mağduriyetten kurtarıyor. Başlangıçta sadece birkaç demo için gruba yardım eden Grohl, baktı şarkılar tam sevdiği kıvamda, ikinci albüm Four On The Floor’un tamamı için grupla birlikte stüdyo mesaisine kalıyor. Sonuç bence You're Speaking My Language’den bile iyi. Hatta geçenlerde 2009 tarihli Terra Incognita’yı dinledim. Four On The Floor’daki dinamizmin, kaliteli ve özenli şarkıların çeyreği bile yok.


Smash and Grab, Hot Kiss, Sticky Honey üçlüsüyle başlayan albüm, iki küsür dakikalık fişek gibi rock’n roll kayalarını üzerimize salıp sallıyor, yuvarlıyor. Ardından biraz da şarkı sürelerini uzatıp ağır takılarak (tempo olarak değil!) çerezlik olarak yaftalanmaktan imtina ediyor. Death Of A Whore, Purgatory Blues, Bullshit King ise bu tavrın üç numunesi olsun. Juliette Lewis, Iggy Pop’un kendisiyle aynı yaşlardaki dişi versiyonu gibi söylüyor. The Licks, teorilerini başarıyla pratiğe döküyor. Dave Grohl, gittiği yere “…was here” yazan tipler gibi teorisini değil, emeğini ölümsüzleştiriyor. Bana göre en iyi Juliette & The Licks albümünün bu olması Grohl’a mı bağlanır, hayır! Davulda kendine bir stil edinip duyulduğu an “işte o!” denilecek kadar belirgin gelmese de, Grohl gibi bir adam girdiği stüdyoda mutlaka fikir beyan etmiştir yine de. Etmediyse bile en iyi Juliette & The Licks albümü Four On The Floor’dur kanımca.

1. Smash and Grab
2. Hot Kiss
3. Sticky Honey
4. Killer
5. Death of a Whore
6. Purgatory Blues
7. Get Up
8. Mind Full of Daggers
9. Bullshit King
10. Inside the Cage

11 Temmuz 2024 Perşembe

Bad Nerves - Still Nervous

 
Punk müzikle uzun süredir limoni bir ilişki içerisindeyim. Belki seçimlerim yanlıştı ama dinlediğim albümler çok tekdüze, ruhsuz, amaçsızca hız yapan işlerdi. Çok sevdiğim bu türün son yıllarda bu kadar sıradanlaşmasına gerçekten üzülüyorum. Pop punk, post-punk, garage punk gibi yan sanayi ürünlerinden şu aralar benim için en heyecan vericisi post-punk. Ümidimi kesmemenin ödülünü nihayet Londralı beşli Bad Nerves'ü tanımakla almış sayıyorum. Nedense debut sandığım Still Nervous adındaki albümlerine girip, kan ter içinde bir yarım saat geçirdikten sonra 2020'de kendi adlarını taşıyan bir ilk albümleri olduğunu öğrenmek güzeldi. Sıcağı sıcağına ona da daldım. Çok iyi iki albümle türe taptaze kan getirmiş son yılların en iyi punk gruplarından biri oldukları tartışılmamalı. Zaten kendilerini tarif etmek için "Ramones ve Strokes'un evlilik dışı çocukları" deniyor. Bu sık sık başvurulan "bastard" tarifini pek enteresan bulmasam da, bu defa doğruluğunun hakkını vermeliyim. Gerek Ramones'daki, gerekse Strokes'taki power pop/garage punk karışımının mükemmel bir örneği Bad Nerves... 

Tabii iş, bu karışımı mükemmel bir şekilde uygulamakla bitmyor. İyi şarkılar yazmak zaruri. İyi ve kötü göreceliğini bir kenara bırakıp keyfimin kahyası modunda 12 adet Bad Nerves şarkısına bakınca bırak bir tane kötü şarkıyı, eh veya meh diyeceğim bir tane bile yok. Adeta bir hit deposu. Burada "hit" kelimesi, popüler olmak için kasıntı şarkılar anlamına gelmesin. Bazen bir aşağılama ifadesi olarak kullanılabilen hit kelimesinin bu şarkıları gölgelemesine izin vermem. Kaldı ki hitlere karşı önyargılı da olmamalı insan. Grubun punk enerjisine, hız ve uyumun güzelliğine, coşkun gitar rifflerine, şarkıların "catchy" bir kaliteyle tasarlanışlarına hayran kaldım. Yine punk gibi, son yıllarda yavan bir döngüye girdiğini düşündüğüm power pop ile de dirsek teması bulunan, hiç sevmediğim pop punk tuzaklarına da düşmeyen Still Nervous, beni duvardan duvara vurduktan sonra bile kafamdaki şapkayı düşüremediyse, o şapkayı seve seve çıkarıyorum.

Albümün 6. şarkısı Sorry'ye gelene kadar dinlediğimiz beş şarkının yıkıp geçtiği yaklaşık 10 dakika çok acayip. Antidote'undan USA'sine, Plastic Rebel'ından Don't Stop'ına durmak bilmeyen, ama birbirinin aynısı olmaktan belli çizgilerle ayrılan bu şarkılar benim gibi punk müziğe hafif küskünlük içinde olanlara kafa açıcı birer barış çubuğu adeta. Bu barış hardcore şeklinde değil de pop havasında seyrediyor. Sorry'ye geldiğimizde ise tempoyu biraz düşürüp, yine yoğun, yine enerjik, bana bir nebze hüzünlü de gelen etli kemikli bir pub rock yaptıklarını görüyoruz. Bu da bizi albümün yarısına ulaştırıyor. İkinci yarıda da bu kez Alright'ından Too Lazy To Love'ına, Jimmy The Punk'ından You Should Know By Now'ına yine tempoyu düşürmüyor, disiplini bozmuyor, karavana atmıyorlar. The Kids Will Never Have Their Say ile de güzel bir kapanış yapıp 2024'ün en iyi punk albümlerinden, hatta 2024'ün en iyi albümlerinden birinin altına Bad Nerves kaşesini vuruyorlar. Onlardan aldığım gazla, punk albümlerine biraz daha fazla şans vermek gerektiğini düşündüm. Bad Nerves gibi birilerini ıskalamak istemem doğrusu.

1. Don' Stop
2. Antidote
3. USA
4. You've Got the Nerve
5. Plastic Rebel
6. Sorry
7. Television
8. Jimmy the Punk
9. Alright
10. You Should Know By Now
11. Too Lazy to Love
12. The Kids Will Never Have Their Say