20 Eylül 2025 Cumartesi

Bonnie Raitt - Nick Of Time

 
2025 itibarıyla 76 yaşında olan Amerikalı blues rock sanatçısı Bonnie Raitt’in 10. stüdyo albümü Nick Of Time çıktığında kendisi tam 40 yaşındaydı. Kariyeri boyunca 18 albüm yaptı. Nick Of Time'dan giriş yapma sebebim, onunla tanışma albümüm olması. Blues'u zaten bilirdik de, blues rock denen, pop rock'tan country'ye, americana'dan folk rock'a uzanan daha geniş bir yelpazeyle tanışmamın ve bu tanışmadan memnun olmamın örneklerinden biridir. 5 milyon kopya satan, 1990 Grammy Ödülleri'nde Yılın Albümü dahil 3 ödül kazanan, dünyaca ünlü Rolling Stone dergisinin tüm zamanların en iyi 500 albümü listesinde 2003 yılında 229. sırada olan, "1001 Albums You Must Hear Before You Die" kitabına dahil edilen, Washington'da bulunan Kongre Kütüphanesi tarafından "kültürel, tarihsel veya estetik açıdan önemli" olduğu gerekçesiyle ABD Ulusal Kayıt Sicilinde korunmak üzere seçilen Nick Of Time, kaliteli bir albüm olduğunu göstermek için daha ne yapsın? Tabii ben 89 veya 90'da Nick Of Time kasetini aldığımda bunların olacağını ve albümün bu günlere aynı dirilikte geleceğini öngörecek bir birikimde değildim. Sadece basit bir biçimde şarkıları çok seviyor, defalarca dinliyor, coşuyor, hüzünleniyordum. Benim için yeni tanıdığım bir kadın şarkıcı/gitaristin ilk albümü gibiydi. Kariyerinin orta yerinde piyasaya çıkan ve Raitt'in hayatının akışını değiştiren Nick Of Time'ın hikayesinden çok sonra haberim oldu.

Bonnie Raitt için Nick Of Time sadece bir müzikal dönüş değil, aynı zamanda kişisel bir yeniden doğuş hikayesiydi. 1980’lerde kariyerinde zor bir dönem geçiren, özellikle son iki albümünün başarızlığı sonucu maddi manevi zor bir döneme giren, plak şirketiyle sözleşmesi fesh edilen Raitt, grubunun parasını ödeyemedi, depresyona girdi, aşırı yeme, içme, partileme sonucu darmadağın oldu. Bir ara kendisine hayran olan Prince'in onu kendi şirketi Paisley Park Records'a katılmaya ikna etmesi de faydalı olmadı. Daha yeni materyal hazırlayamadan kayak kazası geçirip iki ay yatağa mahkum oldu. "Adsız Alkolikler"e katılıp arınmaya çalıştı. Prince ile çalışma şansı suya düşünce Paisley Park'tan da ayrıldı. Akustik konserlerle geçimini sağlamaya çalışırken ünlü yapımcı Don Was ile yolu kesişti. Birlikte eski Disney filmlerindeki müziklerden oluşan toplama bir tribute albüm için Baby Mine adlı şarkıyı kaydettiler. Don Was ile kimyalarının uyuştuğunu görunce, çıkarmayı düşündüğü yeni albümü için onun yapımcı olmasını istedi. Ne var ki artık onun ticari bir getirisi olmayacağını düşünen yöneticiler, işin içinde Don Was olmasına rağmen albüm finanse etmeye yanaşmadı. Ta ki Capitol Records'dan Tim Devine yeni bir Bonnie Raitt albümüne sıcak bakıp onunla 150 bin dolarlık sözleşme yapana kadar. Böylece yeni bir doğuş için gerekli tüm şartlar oluştu.


Üç yıl aradan sonra gelecek yeni bir albümün Don Was gözetiminde kaydedilecek olması, acaba işe funk da karışacak mı beklentisi doğurdu. Doğrudan olmasa da country, pop, soul ve blues gibi türlerin zarif bir birleşimine katık edilmiş ince funk dokunuşları ortaya son derece samimi ve derinlikli bir sound çıkardı. Böylece hem ticari, hem de eleştirel anlamda zirveye doğru bir yolculuk başlamış oldu. Açılıştaki Nick Of Time ve kapanıştaki The Road's My Middle Name olmak üzere iki Bonnie Raitt bestesi ve dokuz coverdan oluşan albüm, yaşlanma korkusu, aile bağları ve zamanla yarış gibi temalar içeren Nick Of Time şarkısının huzur veren sounduyla açılış yapıyor. Hemen ardından albümün yıldızı saydığım Thing Called Love geliyor. John Hiatt'ın Bring The Family (1987) albümünden alınma bu cover, albümün temposunu çok iyi yükselttiği gibi, Raitt'in müzikal kimliğine ve karizmasına çok uyan bir yorum olarak göz kamaştırıyor. 35 yaşında bir Dennis Quaid'in oynadığı video klibi de gayet hoştur bu arada. Başta Thing Called Love ayarında başka şarkı olmaması biraz hayal kırıklığı yaratmıştı. Ama o kulvara çok abanmayıp farklı karakterde şarkılar seçmek, ticari çakallıklar peşinde koşmayıp çeşitliliği, kaliteyi öncelik olarak belirlemek anlamına geliyor. Yaldır yaldır bir geri dönüş albümü yapmaktansa, bu geri dönüşü anlamlandıran daha içsel bir yol seçiyor Raitt.

Cry On My Shoulder (David Crosby ve Graham Nash'in şahane geri vokalleriyle), Nobody's Girl, Too Soon To Tell, I Ain't Gonna Let You Break My Heart Again (Herbie Hancock'un şahane piyanosuyla) dörtlüsü, belki Thing Called Love coşkusu taşımıyor. Ama onların taşıdığı şey, orta yaşla yüzleşme, aşkın iniş çıkışları, kişisel olgunlaşma, kadın ruhunun gücü ve kırılganlığı temalarını işleyen şarkı sözleri yanında, çok çarpıcı bir melankolinin temsili soul, blues, folk, country, caz ustalığı. Raitt’in yumuşak ve güçlü vokali, bu sözlere duygusal bir ağırlık, samimi dokunuşlar katıyor. Ayrıca Raitt’in slide gitar kullanım ustalığı da blues ve folk köklerine olan bağlılığının hala kaybolmadığını hatırlatıyor. Nick Of Time, Bonnie Raitt’in olgunluk döneminin getirdiği içgörülerle harmanlanmış, dürüst, zarif, onun hem sanatçı olarak ustalığını hem de insani kırılganlıklarını sergilediği bir başarı öyküsü. Üstelik bu başarıyı, popüler müzik piyasasının gençleşmeye odaklandığı bir dönemde elde etmiş olması, albümün kalıcılığını daha da anlamlı kılıyor. The Road's My Middle Name gibi gelenekselden, Have A Heart gibi moderne uzanan geniş yelpaze, Nick Of Time'a tecrübe kadar güncele de dal oluşturmuş eski bir ağaç niteliği katıyor. Raitt’in bir sonraki albümü Luck Of The Draw (1991) da çok iyiydi. Something To Talk About, Come To Me, I Can't Make You Love Me gibi hala özlediğim şarkıları içinde taşır. Sonrasında kendisinden kopmuş olsam da, bu iki albümün sağladığı yoğunluğun bir doygunluk yaratmış olma ihtimali de yüksek. Devamında 6 albüm daha çıkarma dirayetine sahip olması bile çok güzel.

1. Nick of Time
2. Thing Called Love
3. Love Letter
4. Cry on My Shoulder (feat. David Crosby & Graham Nash)
5. Real Man
6. Nobody's Girl
7. Have a Heart
8. Too Soon to Tell
9. I Will Not Be Denied
10. I Ain't Gonna Let You Break My Heart Again
11. The Road's My Middle Name

12 Eylül 2025 Cuma

The Bronx Teleport Company - The Uprising

 
Lionel Cohen isimli Fransız asıllı dostumuz biosunda kendini müzik yapımcısı, film müziği bestecisi, David Bowie müridi olarak tanıtmış. Biraz araştırıldığında kimsenin duymadığı oyuncuların oynadığı, kimsenin duymadığı filmlerin (bazıları oyun, hatta bazıları sahte film bile olabilir) müziklerini yapmış olduğu görülebilir. Bu müzikler araştırıldığında standart, eli yüzü düzgün, bir süre sonra sıkan score parçaları şeklindeydi. 2007'den itibaren bitmek bilmeyen bir diskografisi var. Biraz daha araştırıldığında kendisinin sosyal medyasında bir sürü A sınıfı oyuncu ve müzisyenle fotoğrafına rastlanabilir. Peki bu ismi bu kadar araştırmaya iten sebep nedir? O sebep The Bronx Teleport Company adlı bir oluşumun The Uprising adlı albümü. Bu oluşum Lionel Cohen'in bizzat kendisi. Bir fütüristik bilim kurgu filminin soundtrack albümü havası veren kapağın karizmasıyla dinlemeye başlayıp, en uzunu 3 dakikayı bile bulmayan enstrümantal elektronik, funk, rock, breakbeat, big beat, broken beat parçacıklardan oluşan, toplamda 20 parça 45 dakikalık sinematik bir yolculuk diyebileceğim The Uprising, son zamanlarda duyduğum en iyi enstrümantal işlerden. Sanki The Uprising diye bir film çekilmiş, albüm de onun müziklerinden oluşuyormuş havası çok ikna edici. Bir aşamada albümü İtalyan üçlü Whatitdo Archive Group'un The Black Stone Affair adlı kayıp filmin 2021 tarihli soundtrack albümünün konseptinde sandım. Oysa The Bronx Teleport Company, Lionel Cohen'in takma adı ve müzikal cosplayi gibi.

Cohen'in diğer işlerinden farklı olarak The Uprising, her ne kadar baştan sona bir stüdyo işi olduğunu belli etse de, hip-hop ve türlü beat kökenli müzikten feyz almış sağlam ritimler, üzeri funk ve rock ile kaplanmış riffler, toplamda her biri kısa döngüler oluşturan ve farklı sahneler için yapılmış gibi duran soundtrack temaları ile göz dolduruyor. İsim, kapak, müzikler derken konsept olarak sci-fi ile spy theme arası gidip gelen, çoğu zaman hiç çekilmemiş bir filmin oluşturduğu evrenden çıkmış hissiyatı uyandıran Cohen müziği, bu karışımı sevenler için şahane anlar vaat ediyor. Yalnız burada Lalo Schifrin tarzı sofistike bir jazz-funk'tan ziyade, 90'larda ivme kazanan breakbeat/big beat türüne daha yakın bir işleyiş var. Günümüz teknolojisiyle bu müziği yapmak oldukça kolay. Hatta yapay zeka ürünü olduğu düşünülebilir. Cohen o mecralara da girmiş olabilir bilemeyiz. AI her şeye olduğu gibi müziğe de girdi, daha da girecek. Yine de günün sonunda elimizdeki müziğin kalitesi veya kişisel tercihlerimize ve aldığımız tatlara hitap edişi önemli olacak. Breaking the Chains of Order, Cities in Revolt, Beast of Brooklyn, Rise in the Shadows, Wars in the Streets of Steel parçalarını ilk dinleyişte bir kenara yazdım. Albümün tamamından da keyif aldım. Diğerlerinden olmasa da The Uprising'den razıyım. Organik müzikle doğduk büyüdük. Ama muazzam örneklerle elektronik müziği de kucakladık. The Bronx Teleport Company o muazzam örneklerden biri olmasa da kulağa hiç de rahatsızlık vermiyor.

1. A Reckoning with Every Step
2. Breaking the Chains of Order
3. We Ride into the Storm
4. Rush of the Reckless
5. Cities in Revolt
6. Freedom in the Frenzy
7. The Fight Starts Now
8. Stop Me, Kill Me
9. When the World Shatters
10. Break Everything
11. Beast of Brooklyn
12. The Truth is the Only Truth
13. Rise in the Shadows
14. Fires that Ignite the Heart
15. The Rhythm of Resistance
16. Revolt on the Horizon
17. The Beat that Keeps Us Alive
18. Rage Against the Status Quo
19. Pulse for the People
20. Wars in the Streets of Steel

7 Eylül 2025 Pazar

Sababa 5 - Nadir

 
Tel Avivli dörtlü Sababa 5'ı kendi adlarını taşıyan 2022 tarihli ilk albümlerinden beri takip ediyorum. Nadir ile dördüncü albümlerine ulaştılar. Dördü de birbirinden güzel, klas, olgun ve güçlü. Grubun kuruluş tarihi 2016 görünüyor. Belki albüm yapmadan önce kulüplerde, etkinliklerde çalmışlardır. Zira tam da o tadı veren şahane bir müzik yapıyorlar. Psychedelic soul/rock/pop, neo-psychedelia, jazz-funk, space rock ve Orta Doğu rock'ının sofistike, etnik ve sinematik bir karışımı olarak, sadece okurken değil yazarken bile heyecanlandığım bir füzyonunun neferleri onlar. Coğrafya gereği Anadolu dokunuşları da hissedildiğinden, hele bir de funk seviyorsanız benim gibi daha albümden tek nota duymadan bile 1-0 önde başlayabilirsiniz. Albüm bitince de farka gittiğinizi görüp oynun bir sonraki tekrarını iple çekmeye başlayabilirsiniz.

Albümün adı olan Nadir, gök kürede zirvenin tam karşısında bulunan noktayı ifade eden astronomik bir terimmiş. Mecazi olarak en düşük noktayı veya bir zorluk anını ifade ediyor. Bu ikilik, grubun zıt müzikal temaları keşfetmesine bir açıklama da sayılabilir: Kozmik ve dünyevi olanın, uhrevi ve gerçek olanın harmanlanması. Nadir hem uhrevi hem de dünyevi ritimlere dayanan derin, içe dönük ses manzaraları şeklinde bir yolculuğu yansıtıyor. 36 dakika süren bu enfes yolculuğun kağıt üstündeki kodları böyle. Tabii dinlediğimiz müziği bu kodlara göre yorumlamak için kasmaya gerek yok. Herkesin alacağı tat farklı olabilir. Mesela bana en başta kaliteli zaman geçirdiğimi, tatlı bir hüzün ve yaşama sevincini bir arada verdiğini hissettirdi. Coğrafi yakınlığıyla olduğu kadar karizmatik evrenselliğiyle de içine çekti. Beni çektiği yerde kalmaktan aldığım keyfi tarif etmek için yine coğrafyadan örnekler verebileceğimin genişliğini fark ettim.

Nadir, yaklaşık dört dakikalık gizemli, karanlık ve baştan çıkarıcı VU ile açılıyor. Ilan Smilan ve Gilad Levin'in gitarları, Amir Sadot'un doğu kökenli elektrikli orgu, dumanlı bir Kahire barının pusunu çağrıştırırken, parça hınzır ve ustalıklı enerjisiyle yine Tel Avivli yakın müzikal akrabaları VuVuVu'ya gönderme yapıyor. Amir Sadot ve müzikal akrabalar demişken, kendisi Sababa 5 bünyesinde organ ve synthesizer çalarken, hepsi Tel Avivli olan VuVuVu, TigrisHoodna Orchestra gibi gruplarda da bas çalmakta. Hepsi de neo-psychedelia, funk, afrobeat karışımlı aynı evrende yaşıyorlar. Bana göre Sababa 5 içlerinden en derin, en olgun, en güçlü olanı. Sadot'un olağanüstü tuşlu hakimiyeti, bir yandan sanki şarkı söyler gibi, bir yandan şarkıların gideceği yönleri tayin eden bir orkestra şefi gibi enstrümantal parçaları dizayn ediyor.


Albüme adını veren parça Nadir, Akdeniz gecelerinin sıcak/serin atmosferini çağrıştırarak dinleyicileri sinematik bir dünyaya sürüklüyor. İtalyan motifleri ve Orta Doğu tonlarıyla kol kola giden melodi ortaya çıkmadan önce, derin bir bas çizgisi gerilim dolu bir ton oluşturuyor. Bu da efsane İtalyan film müziklerinin sinematik havasını hatırlatıyor. İnce wah-wah gitar vurguları, klasik asit rock'a da, psychedelic funk genlerine de sahip. 2025, aynı mantığın daha efkarlı bir versiyonu olarak başka bir şahane şarkı. Albümün en iyilerinden olan Tell, hem melodik hem de melankolik moduyla ve albümün karanlık ruh hallerine ferahlatıcı bir denge sağlayan karşı konulmaz bir ritme, hoş bir nefese, soundtrack kıvamında bir karizmaya haiz. O mod, o nefes, o karizma Zenith'de, Sab'da, Atom'da, enfes bir kapanış yapan Into Orbit'te de mevcut. Nadir, Sababa 5'in bugüne kadarki en etkileyici ve diri albümü. Aspan (2023) ve özellikle Kokoro (2024) albümlerini de çok seviyorum. Hipnotik ritimlerin, sinematik düzenlemelerin ve çağrışımlı Orta Doğu gamlarının canlı imgeler yarattığı, hayalgücünü zorladığı ve ruha dokunduğu kıtalararası, kültürlerarası bir yolculuk.

Geleceğin müziği Ouzo Bazooka, BALTHVS, Şatellites, Khruangbin, Sababa 5, henüz tek albümleri olmasına rağmen Arc de Soleil ve VuVuVu gibi köprü görevi gören isimlerden oluşmalı. Onların eski ve yeniyi sentezleme, müziğin bir kültür sanat formu olduğunu hatırlatma, coğrafyalar arasında nefes alma alanları yaratan mikro iklimler oluşturma misyonları çok kıymetli. İçinde bulunduğumuz gergin Orta Doğu ikliminden çıkan buna benzer grupların doğru tarafta duruşları da aynı kıymetin içine dahil. Zaten müzikteki bu olgunluk ve güzellik, şaşmaz bir şekilde o doğruluğa, vicdana, hoşgörüye de kapılarını açık tutuyor. Müziğin evrenselliğindeki zerafetin sentezlerle daha çok kendini göstermesi boşuna değil. Yeniliklere açık olmak, eskiyi unutmadan o yeniliklerle kendi sentezlerini oluşturmak, bu sayede özgürleşmek, faşizmin altında ezilmeyi reddederek o özgürlüğü en azından müziğindeki bileşenlerden yeşertmek sanatın gücünü tescilleyen unsurlardan biri. Sosyal medyalarında "İsrail hükümetinin Gazze'de devam eden işgal, şiddet ve zulmünü tamamen reddediyoruz. Tüm şiddete bir an önce son verilmesini, tüm rehinelerin serbest bırakılmasını, Gazze'ye giriş için sınırsız insani yardımı, tüm tarafların çektiği acıların tanınmasını istiyor, herkese saygı duyan adil bir barışın peşinde koşuyoruz." demeleri, Sababa 5'ın güzelliğinin sadece müziklerinden ibaret olmadığının da kanıtı.

1. VU
2. Zenith
3. Descent
4. Nadir
5. 2025
6. Tell
7. Atom
8. Ignition
9. Sab
10. Timor
11. Into Orbit