7 Ocak 2015 Çarşamba

Bryan Ferry - Avonmore


70'ine merdiven dayamış usta İngiliz şarkıcı Bryan Ferry, kariyerinin 14. solo albümü Avonmore ile "işte bu" dedirtti. Tabii 8 albümlük Roxy Music kariyerini bunun dışında tutuyoruz. Gerçi Ferry'nin Roxy Music ile birlikteliği grup dağılana dek gayet seviyeli biçimde ilerlemiş. Mesela Roxy Music, kendi adını taşıyan ilk albümünü 1972'de çıkarırken, bir yıl sonra da Ferry ilk solo albümü These Foolish Things'i çıkarmış. Hatta aynı yıl, yani 1973'te iki Roxy Music albümü birden piyasaya çıkmış. Üretkenliğin gözünü çıkardıkları 70'lerde yıldızı parlayan grubun dağılma tarihi, son albümleri Avalon'u 1982'de çıkarmış olmalarına rağmen resmi kayıtlarda 2011 olarak görünüyor. Bu kadar Roxy Music muhabbetinden sonra 1987 yılına ait Bête Noire albümüyle takip etmeye başladığım Bryan Ferry'nin hayran olduğum o müzik yolculuğuna kendi penceremden kısaca bakmak isterim. Aslında beni o dönem Bryan Ferry takip etmeye iten yegane sebep, bir önceki Boys and Girls albümünde bulunan, duyduğum an aşık olduğum Don't Stop The Dance şarkısıdır.

Bête Noire ve Taxi (1993) ile fazlasıyla ısındığım Ferry'nin kadife sesli pop ağırlıklı, rock azınlıklı, her daim yakışıklı müziği -ki adına "Sophisti-Pop" da dedikleri oluyor- Mamouna (1994) ile beni iyice kendine bağladı. Uzun sayılacak bir aradan sonra eski pop caz standartlarını coverladığı As Time Goes By (1999) albümü hatırladığım kadarıyla bende az da olsa bir hayalkırıklığı yaşatmıştı. Frantic (2002) ile tekrar kendi pop kimliğine dönerek bana göre ortalarda seyreden bir albümle yoluna devam etti. Bu albümde coverladığı iki Bob Dylan şarkısı onu kesmemiş olacak ki, uzun bir aradan sonra 2007'de 11 adet Bob Dylan şarkısını yorumladığı Dylanesque ile dönüş yaptı. Tıpkı Ferry gibi bir cover sever olmama rağmen, hatta albümü de beğenmeme rağmen ondan böylesi bir rock dönüşü beklemiyor, istemiyordum. Eski pop soundunu çok özlemiştim.

Fakat 2010'da David A. Stewart (Eurythmics), Brian Eno, Groove Armada, David Gilmour, Marcus Miller, Scissor Sisters, Nile Rodgers, Jonny Greenwood (Radiohead) ve Flea (Red Hot Chili Peppers) gibi zengin katılımcı kadrosuyla Olympia imdada yetişti. Eski Bryan Ferry, kendini yenilediğini hissettirerek geçmişiyle 2010 arasına nefis bir köprü kurmuştu. Ferry'nin bizzat iştirak etmediği, The Bryan Ferry Orchestra'nın eski şarkılardan derlemeler yaptığı enstrümantal The Jazz Age'i (2012) saymazsak dört yıl sonra Avonmore ile özlenen takım elbiseli pop şıklığını sürdüren bu güzel insan, fırtınalı geçmişini, aşklarını, ayrılıklarını, bunları damıttığı şarkılarını bir kez daha önümüze koyarak kendi tarihine sıcak tanıklığımızı sağlıyor.


Gelelim meselenin "işte bu" dedirten kısmına. Ferry, benim tutkulu ve bilinçli bir şekilde müzik dinlemeye başladığım yıllarda Don't Stop The Dance, Slave To Love, Kiss and Tell, The Right Stuff, More Than This, Hiroshima gibi harikulade şarkılarla pop algılarıma ayar çeken çok önemli bir ustaydı. Ona duyduğum saygı, müziğine duyduğum sevgiyle uyum içindeydi. Yıl 2014 olduğunda bazı şeylerin eskisi gibi kalmayacağını çoktan öğrenmiştik. Ama yine o eski güzel günlerde aynı sevgi saygıyı duyduğum, ama uzunca bir süre iyi şarkılarını göremediğim U2 ve Simple Minds gibi grupların 2014 içinde birbirinden kötü albümlerle geri dönüşleri, Ferry'ye duyduğum sevgi saygıları kaygıya dönüştürüyordu bir yandan. (Bu arada U2'nun şu an adını bile unuttuğum son albümünün Rolling Stone dergisi tarafından yılın albümü seçilmesi de hiç komik olmayan şakalar gibidir.) Neyse ki usta kelimesinin anlamını boşa çıkarmayan Bryan Ferry, aradan geçen yıllara rağmen 14. albümü Avonmore ile sevenlerini o büyülü pop ülkesine doğru nostaljik bir yolculuğa çıkarıyor.

Bryan Ferry'nin pop bileşenlerini tam tekmil izah etmek pek kolay değil aslında. Ticari kaygılardan tamamen uzak ve sofistike nitelikteki bu müzik, belli bir yol haritasını takip ediyor görünse de emprovize bir tavır hep hissediliyor. Tıpkı dans ettirirken karmaşık koreografiler değil, özgür ve içten salınışlar gerektirmesi gibi. Ama bu salınışlar esnasında bir elde yarısına kadar dolu bir kadeh bulunduğunu da söylersek müziğin sahip olduğu stilize hassasiyeti ve dengeyi belirginleştirebiliriz. Dinlerken daha çok elit mekanları, iki dirhem bir çekirdek giyinilen partileri, kaliteli içkileri, loş ışıklar altında yapılan kurları, kaçamak bakışları, çakırkeyif ölçüdeki kahkahaları hissettirmesi, itici bir elitistlik olarak algılanmasın. Kadife sesi ve müziğiyle Bryan Ferry, her türlü duyguya kendi yakışıklı pop penceresinden bakabilen bir adam.

Bazen fazla "şehirli" olmakla itham edilse de Ferry müziğinin şehir manzaralı bir jakuziyi olduğu kadar, sobalı loş bir odayı da anlamlandırma gücü var. Hangi tür olursa olsun müzik dediğimiz olgu zaten bu işe yarıyor diye düşünebiliriz. Ama Bryan Ferry'den başkasından duymadığım bu benzersiz pop, benim için kaliteli zaman geçirmek adıyla tarif edilen zevk alma duygusunun müzik ayağına mükemmel uymakta. Şehir manzaralı bir jakuzimiz veya sobalı loş bir odamız yok belki ama en azından bizi hayal ettiğimiz zaman ve mekanlara ışınlayabilecek Avonmore gibi değerli albümlerimiz var. Onun içinde ise Loop De Li, Midnight Train, Driving Me Wild, Avonmore gibi Ferry tempolu klas şarkılar, Soldier Of Fortune, Lost gibi Ferry efkarına kani harikulade baladlar var. Ayrıca efsanevi The Smiths gitaristi Johnny Marr başta olmak üzere Mark Knopfler, Nile Rodgers, Marcus Miller, Flea gibi güçlü konuk müzisyenler yine var.

 
Adını Ferry'nin Londra'daki stüdyosunun bulunduğu bölgeden alan Avonmore, bazı şarkılar dışında söz ve müzikleri kendisine ait şarkılardan oluşuyor. O bazıları ise Johnny Marr ile birlikte yazdığı ve kanımca Ferry'nin en güzel şarkıları arasına konması gereken Soldier Of Fortune ve 2005'ten beri Ferry'yi yalnız bırakmayan gitarist Oliver Thompson'ın katkıda bulunduğu Avonmore şeklinde. "Coversız Bryan Ferry albümü olmaz" atasözüne istinaden albümün son iki şarkısı da Avonmore klasına yakışır cinsten coverlardan oluşuyor. Oscar ödüllü müzikal bestecisi Stephen Sondheim'ın 1973 tarihli Broadway müzikali A Little Night Music'te yer alan bestesi Send In The Clowns ve Robert Palmer'ın 1980 yılı şarkılarından Johnny and Mary, Ferry'nin nostaljik sesiyle yeniden hayat buluyorlar. Nostaljik ses demişken, Ferry'nin sesinin artık eskisi gibi olmadığı haliyle bazı şarkılarda belirginleşse de, 70 yaşındaki bu centilmenin sesindeki hafif çatallaşma ve kısıklaşma ona farklı bir kırılganlık, şarkılara ayrı bir teslimiyet duygusu katmış.
 
Aradan geçen yıllar beni Bryan Ferry'ye daha çok bağlamış onu anladım. Adam o kadar güzel yaşlanıyor ki, aradaki zaman farkına rağmen Bête Noire, Taxi, Mamouna albümleriyle Avonmore arasındaki kilo, kırışıklıklar, ağarmış saç telleri, neon ışıkları, kalp kırıklıkları neredeyse aynı. Bazı müzisyenler için "yıllar geçti ama hala yerinde sayıyor" negatifliğinde bulunuyoruz ister istemez. Mesela istikrarlı biçimde yazdığı şık liriklere rağmen Morrisey ne yazık ki benim için müzik olarak yerinde sayan bir adamdır. Ama Bryan Ferry gibi insanlar için yıllar geçse de aynı kalabilmek gerçek bir ustalık belirtisi. Hatta eskilerin hatırına bile tahammül edemediğim 2014 model U2, Simple Minds, Neil Young vs. kaynaklı müzik kirliliği düşünüldüğünde ihtiyacı duyulan bir "yerinde sayma" bu.
 
1. Loop De Li
2. Midnight Train
3. Soldier of Fortune
4. Driving Me Wild
5. A Special Kind of Guy
6. Avonmore
7. Lost
8. One Night Stand
9. Send in the Clowns
10. Johnny and Mary

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder