Grunge bir milat. Günümüz rock müziğine dair bazı eleştirilerde "grunge'dan önce" ve "grunge'dan sonra" ifadelerini kullanmak gerekebiliyor. Öncesi nostaljik bir hoş sada bırakırken, sonrası "post-grunge" adıyla grunge'ın mirasından nemalanmaya çalışan birbirinden ucuz rock gruplarının alt türü haline geldi. Birçoğu artık o rock formunun dirilmeyeceğini bildiği için farklı kulvarda yüzmeyi tercih ettiler. 90'larda sivilceleri yüzünden manasızca oraya buraya atarlanan ergenlerin şimdilerde kurduğu bazı kıytırık oluşumlar post-grunge adıyla kuru kalabalıktan öteye gitmiyor. Belki tek tük 90'lar ruhunu yakalayabilmiş gruplar çıkabiliyor. Onlar da Yunanistan, Arjantin, Yeni Zelanda gibi enteresan yerlerden sessiz sedasız çıkıyor.
Grunge'dan önce saç spreylerini kutsayan hard rock yoktu sadece. Yeraltının kirli, karanlık dehlizlerinde acayip işler yapan onlarca sıkı müzisyen vardı. Bu alternatif evrende varoluşunu çiğ seslerle, kaotik örümcek ağlarıyla ifade eden bu insanlar, popüler akımlara hayli uzak düşüyorlardı. Kulağa fazlasıyla punk gelen bu tavır, kaosu estetiğe etmeyi, ondan daha kontrol edilebilir ve istenildiği zaman serbest bırakılabilir bir form oluşturmayı, hatta sanatsal bir atmosfer yaratmayı hedeflemişti kimi zaman. Pop art çağrışımları yüzünden bu kez kulağa
The Velvet Underground gibi gelse de, o kodları kadife olmayan bir yeraltına uyarlayan tek bir ikon çıktı:
Sonic Youth!
Pekçok otoritenin nazarında da
Sonic Youth bir milat. 70' ler psychedelic pop ruhunu new wave ve post-punk deneyimleriyle aynı kazanan koyup kaynattığınızda dream pop veya shoegaze elde edebiliyorsunuz. Ama bu karışımı dünyanın sanat merkezlerinden New York'ta elde etmek farklı sonuçlar doğurabiliyor.
Sonic Youth, bu karışımın kırılgan muğlaklığına punk asiliğini de katmış, vesile olduğu pekçok alt türden biri olan "noise pop"un da temellerinde harcı olan bir oluşum. Kendi ilham kaynaklarını öyle karakterize ettiler ki, bu kez kendileri bir dönem alternatif evrenin en güçlü ilham kaynağı haline geldiler.
"Grunge'dan önce onlar vardı",
"Kurt Cobain'in en sevdiği gruplardan biriydi",
"punk rock'a eşik atlattılar",
"konserlerde onların tişörtünü giymek ayrıcalıktır" gibi cümlelerin öznesiydiler. Bilmem kaç albüm, yan proje, solo arasında en iyi albümleri olarak çoğu kez
Daydream Nation (1988) ve
Goo (1990) gösterilirken o külliyat içinde gerçek bir klasik olarak gördüğüm yegane albüm olan
Dirty'den başka
Sonic Youth albümü bilmemekten mutluyum.
Dirty de
Sonic Youth'un en iyilerinden kabul edilir. Ama deneyselci tipler hemen "çok mainstream, çok ticari" diye yaftalamaya çalıştılarsa da, attıkları her çamur, onun kirlerinden yeniden doğmasını sağlamıştır adeta. Her başyapıt gibi zamansızdır.
Dirty bugün piyasaya çıksaydı bu defa "erken başyapıt" olurdu muhtemelen. Daha önce duyduğum pekçok şeye parça parça benziyordu. Ancak o parçalardan yarattığı bütün, daha önce duyduğum hiçbir şeye benzemiyordu. Belki gitar soundunun çiğliği, grunge atmosferinden ilham aldığı sır olmayan albüme
Nevermind etkilenimleri de sokuyordu. Zaten
Nevermind'ın yapımcı koltuğunda oturan
Butch Vig,
Dirty'nin de yapımcısıydı.
Nevermind'dan yaklaşık bir yıl sonra çıkan
Dirty, ne oranda
Nevermind'dan izler taşıyor, bunun uzmanı değilim. "
Nevermind'ı da çok seviyorum" cümlesini kurduğumda bile "bu cümleyi neden kurmuş olabilirim, bunu söylemeye ne gerek var" diye düşünürüm. Ama şöyle klişe bir örnek uydurayım: Issız adaya düşersen yanına
Nevermind'ı mı alırsın, yoksa
Dirty'yi mi diye sorsalar, düşünmeden
Dirty derim.
Albümdeki 1 dakikalık
Untouchables coverı
Nic Fit'i şarkıdan saymazsak (ki onu da severim) 14 şarkıyla olan dostluğum ve mücadelem yaklaşık 25 yıl sürmekte. Dostluk tamam da, işin mücadele kısmını daha çok seviyorum. Zira uzun süre
Dirty bana çok ayak diremişti. Önce birkaç şarkının hatırına diğerlerine de katlandığımı düşünürken, meğer onlar da sinsice bilinçaltıma sızıvermişler.
Dirty ile daha önce hiçbir albümde başıma gelmeyen bir durum yaşıyorum. Sebebini bilmediğim şekilde
%100,
Swimsuit Issue,
Theresa's Sound-World,
Sugar Kane,
Youth Against Fascism ve
Créme Brûlèe dışındaki şarkıları, onları tekrar dinlemeye başlayana kadar unutuyorum. Hangi melodi, hangi nakarat, hangi tempo hangi şarkıdaydı, ancak sıra o şarkıya geldiğinde hatırlıyorum. Bu mükemmel bir şey! Hatta ismen dile getirmem gerekirse
Drunken Butterfly,
Shoot,
Orange Rolls, Angel's Spit,
On The Strip,
Chapel Hill,
JC ve
Purr şarkılarından oluşan bu çeteyi, başladıktan 3 saniye içinde hatırlıyorum ve acayip mutlu oluyorum. Bazen aklıma bir melodi, bir riff, bir nakarat geliyor ama bu defa bunlardan hangisine ait olduğunu çıkaramıyorum. Çünkü hepsi çok katmanlı, birbirleriyle hem kardeş, hem de birbirlerine yabancı şarkılar.
Birbirlerinden keskin çizgilerle ayıramadığım
Dirty şarkılarındaki punk, grunge, pop karması atmosferin kendini beklenmedik anda deneysel geçişlere bırakması, sonra tekrar eski haline dönmesi, bu sayede aynı şarkı içinde bu türlerle çiftleşmesinden melez tek bir şarkı doğurması inanılmaz bir tecrübe. Bu yüzden "en iyi
Dirty şarkıları şunlardır" diye örnekler veremiyorum. Ama 92 yılına ait bir top 100 şarkı listesi çıkarsam ve her albümden bir şarkı seçmem gerekse
Sugar Kane derim. Gelmiş geçmiş en karizmatik rock şarkılarından biri olarak gördüğüm
Sugar Kane'i uzun süre albümün parlak çocuğu olarak görmüştüm. Oysa sözünü ettiğim uzun demlenme süresinde diğerlerinin
Sugar Kane gölgesinde kalmayıp birer
Youth Against Fascism,
Shoot,
Chapel Hill,
On The Strip,
Swimsuit Issue vs. vs. olduklarını anladım. Hatta bazen o anki moduma göre parlak çocuklar değişiyordu ya da birbirlerinden rol çalıyorlardı. Yaramaz veletler gibiydiler. Lakin haberleri yoktu, ben hepsinin başrol olduğunu çoktan anlamıştım.
Grubun hep birlikte yazdığı şarkılardan 7 tanesini
Kim Gordon, 7 tanesini
Thurston Moore,
Wish Fulfillment'ı da
Lee Ronaldo seslendiriyor. Lirikler de art rock deneyselliğinden, 70'lerden 90'lara uzanan pop kültürünün karanlık yüzünden, dönemin sosyal hassasiyetlerinden ve daha pek çok meseleden beslenmiş.
100% ve
JC, grubun yakın dostları olan ve 1991'de bir silahlı soygunda öldürülen
Joe Cole'a adanmış.
Youth Against Fascism ırkçılık, din, faşizm, savaş karşıtı underground bir 90'lar marşıydı, 2000'lerde de hala değişen bir şey yok.
Swimsuit Issue, o dönemin en önemli feminist ikonlarından biri olan
Kim Gordon'un elinin değdiği belli cinsel taciz temalı bir şarkı.
Drunken Butterfly ise
Gordon'un saygı duyduğu gruplardan olan
Heart şarkılarının lirik bir kolajı. Yani dinlenmesi kadar okunması da gereken bir albüm
Dirty... Ben 15 adet stüdyo albümü içinde başka
Sonic Youth albümü tanımıyorum. Tanımaya çalıştıklarım oldu ama
Dirty gibi bir albüm o rahimden bir kez çıkacaktı sanki.
OK Computer,
Ten,
Dirt,
Nevermind neyse,
Dirty de benim için o. Internetin, cep telefonlarının, dev ekran TV'lerin olmadığı bir dönemde bir başyapıt çıkardılar. Herkesin herşeye "efsane" dediği günümüze gerçek bir efsane emanet ettiler. Kirli bir efsane! Kirli bir başyapıt!
1. 100%
2. Swimsuit Issue
3. Theresa's Sound-World
4. Drunken Butterfly
5. Shoot
6. Wish Fulfillment
7. Sugar Kane
8. Orange Rolls, Angel's Spit
9. Youth Against Fascism
10. Nic Fit
11. On the Strip
12. Chapel Hill
13. JC
14. Purr
15. Créme Brûlèe
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder