1 Mart 2009 Pazar

Bruce Springsteen - Working On A Dream


Konserdi, stüdyoydu derken tam tamına 23 albüm sayabildim. Neredeyse hiçbir yılı boş geçirmediği için Bruce Springsteen geri döndü” diye bir cümle hatırlamıyorum. Lisedeyken Born In The USA abümü ile tanımıştım kendisini. Zaten müzikal uyanışlarım hep lise yıllarıma dayanır. Sonraları öğrendim ki ilk bu albümle onu tanıyan sadece ben değilim. Hiç öncesine bakamadım. Bir keşifin debut hali gibidir Born In The USA. Değil albümlerinin, şarkılarının bile tek tek analizlerini yapmak, üzerlerine tez yazmak, oturup sabaha kadar dinlemek isterim. Başka biridir o. Herkes gibi başka biri… Politik olduğu kadar, aşka, efkarlı olduğu kadar da eğlenceye düşkündür. Üzeri kir pas içindeki işçi sınıfı bilgeliklerinin, briyantinli country aşk güzellemelerinin, herkesi kucaklayabilecek aklıselim babacanlığın, unutulmaz şarkıların, unutulmaz çığlığı, fısıltısı, buğusu, acısı, sevincidir Bruce Springsteen. Kontrolden çıkacak bir yazı olmadan The Boss’un 2009’u karşılayan gıcır gıcır albümü Working On A Dream’e geçelim. Yoksa o şarkı senin, bu albüm benim, içinde çıkamayacağım uzun bir yazı dizisine dönecek durum.

Şimdi ne diyeyim? Albümde şu şarkı iyi, şurası biraz şöyle olsa, ötekinde beriki çalmış, güzel olmuş mu diyeyim? Bir Springsteen albümünden öyle söz edilmez. Hangi hayranı olduğunuz sanatçı için böyle bir duyguya sahipsiniz bilmiyorum ama benim defterimde Bruce gibi hayranlık beslediğim bir müzik adamı hakkında yazacağım şeyler arasında negatif duygular, basitçe geçiştirilmiş yorumlar göremezsiniz. En kötü diyeceğiniz Springsteen şarkısında bile sevecek bir şeyler bulmaya programlandım çünkü. Beni Born In The USA’den bu yana bizzat kendisi programladı. O çalarken elini omzumda, sesini yüreğimde hissediyorum. Bana bağırıyor, azarlıyor, aşk tavsiyeleri veriyor, bana balık tutmayı, musluk tamir etmeyi, kendimi kontrol etmeyi öğretiyor. Hayat görüşüm her ne olursa olsun ona sahip çıkmamı, başkalarının görüşüne saygılı olmamı öğütlüyor. Tabii hiç kimseye kendimi ezdirmemem gerektiğini de… Her albümünde olduğu gibi, 60 yaşında çıkardığı bu albümünde de yapıyor bunları. Alışık olmadığım şekilde 8 dakikalık Outlaw Pete ile başlıyor söze bu kez. Başkalarının hikayelerini kimi zaman uydurma isimlerle, kimi zaman gerçek adlarını kullanarak çok anlatmışlığı var. O hikayelerden kendimize çıkaracağımız pay, elin Amerikalısının yaşadıklarından ziyade, evrensel koordinatları belli, hümanist çıkarımlardan ibaret.

My Lucky Day, What Love Can Do, Life Itself kayıtsız kalamadığım rock ateşinde Patron şarkıları. Tunnel Of Love albümüne koysam sırıtmayacak The Last Carnival, albüme ismini gururla vermiş olan Working On A Dream, biraz deneysel bir çağdaş blues örneği Good Eye, ılık ve kısa bir country güzelliği Tomorrow Never Knows ve geri kalanlar. Albümün sonunda ise The Wrestler filminin aynı adlı ödüllü şarkısı var. Yine ödüllü film şarkısı Philadelphia’yı hiç duymamış olsam, gelmiş geçmiş en anlamlı, en hüzünlü film şarkılarından biri diyeceğim. Sadece Philadelphia’ya kardeş geldi diyebiliyorum. 3 dakika 50 saniye boyunca film gözlerimin önünden bir kez daha geçiyor, Randy 'The Ram' Robinson’ın dramı daha bir samimileşiyor, daha bir ağıtlaşıyor. Şarkıda geçen one trick pony (sadece tek bir işte iyi olanlar için kullanılan bir deyim), korkuluk, tek bacaklı adam benzetmelerini hem Randy’ye, hem dostu Mickey Rourke’a, hem de kendine ithaf ediyor sanki. Tıpkı filmde yaptığı gibi, albümü de hakkıyla kapatıyor Patron. Her albümü ayrı bir tarih, her şarkısı ayrı bir kanıt. O herkesin dinleyip sevebileceği sıradan bir adam. O benim Elvis’im!

1. Outlaw Pete
2. My Lucky Day
3. Working on a Dream
4. Queen of the Supermarket
5. What Love Can Do
6. This Life
7. Good Eye
8. Tomorrow Never Knows
9. Life Itself
10. Kingdom of Days
11. Surprise, Surprise
12. The Last Carnival
13. The Wrestler

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder