5 Aralık 2010 Pazar

Live - Throwing Copper


The Gracious Few'in öncesinden söz ederken iştahım kabardı ve oturup yere göğe sığdıramadığım Live harikası Throwing Copper'ı bilmem kaç yüzüncü kez yeniden dinledim. Bu albümü dinlerken başka şeylerle uğraşmamak gerektiğini yıllar önce çoktan anlamıştım. Değişen birşey yok. Kirli bir masalı andıran ilk şarkı The Dam At Otter Creek dönmeye başladığında yine hayattan koptum. Şimdi The Gracious Few için ter döken gitar-bas-davul üçlüsünün müthiş enerjisi, Ed Kowalczyk'in Eddie Vedder-Michael Stipe karması mucize vokaliyle 4 elementi biraraya getiriyor, rock tarihine altın harflerle yazılası şarkılarla 5. element olan rock ruhuna ulaşılıyor. 90'larda bir gece tesadüfen MTV'de klibine denk geldiğim Selling The Drama'yı izlediğimden beri Live bende bir adeta bir tutkuya dönüştü. Ona ait her notaya, her şarkıya, her albüme balıklama atladım. Şimdilerde o atladıklarımdan pek memnun kalmasam da, zamanında yaşadığım memnuniyetler beni fazlasıyla doyurmuş olacak ki, bu memnuniyetsizlikleri artık pek kafaya takmıyorum.

Vahşi enerjisini tedirgin bir sakinlikle vücuda getirmiş Selling The Drama'nın aklımı başımdan alması, buzdağının sadece görünen yüzüymüş meğer. Albümü ilk ne zaman aldım ve dinledim hatırlamıyorum. Ama hayatımın vazgeçilmezleri arasına girmesi fazla zaman almadı ve her dinlediğimde bana yaşattığı duyguları özdeşleştirebileceğim benzetmeler ya sevdiğiniz yemeklerle dolu bir sofradan kalkmak, kendini adamış biçimde orgazm olmak veya herşeyden arınmış olarak denize bakmak gibi daha birçok şekile bürünecektir. İlk dinlemeye başladığımız dönemde herşeye, herşeyimize direk etki etmiş buna benzer albümlerdeki "sanat" algımızın sınanması söz konusudur bazen. Kimi zaman Shakespeare liriklerini andıran Live şarkı sözlerinin bu rock dokusundaki yansımaları heyecan vericidir. İçinde kentsoylu klişeleri de barındırmasına rağmen üstelik. "Yürü git orospu çocuğu" (Stage) ile "bizi sadece sevgi kurtarabilir" (I Alone) arası klişelerin içine serpiştirilmiş akla gelmeyecek şiirsellikte dokunuşlardır bunlar.


İskoç ressam Peter Howson'ın Sisters Of Mercy tablosunu albüm kapağı yapan Live, Throwing Copper'daki şarkıları da bir tablo estetiğiyle işlemiş, onlara mainstream gibi görünen yüzeylerinden çok daha derin anlamlar yüklemiş bir gruptu. Hangi şarkıyı ele alırsanız alın, alışıldık güzergâhlarda ilerlerken bir anda kendi bünyesinde başka birşeye dönüştüğünü görebilirdiniz. Rotası ve gidilecek yeri belli bir uzun yolda ilerlerken aniden fikir değiştirip bir köye, bir su kenarına, bir salaş lokantaya, bir tarihi mekâna uğramaya benziyordu bu şarkılar. Lightning Crashes acıtıyor, Shit Towne coşkuyla ağız dolusu sövdürüyor, I Alone bir süper kahraman gibi hissettiriyor, Stage azdırıyor, Waitress kafalarda harika bir kısa film çekiyor, Pilar Of Davidson en iyi dediğiniz Aerosmith slowuna bile ayar veriyor. Progressive pop rock demekten hiç korkmayacağım White, Discussion ve bir ara içine The Cure'un müzikal yoğunluğunun ritmik 70'ler blues zıpırlıklarıyla buluştuğu tuhaf bir duygunun kaçtığını hissettiğim Top'ın albüm içindeki bu duruşları 90'lara hiç de fazla değildi aslında. İki-üç-beş benzemez şarkı yapıp, bu benzemezliği göze batırmama profesyonelliği işte böyle birşey.

Dinleyen sıfatıyla kendi Live tarihimi yazsam bizim köye yol olur. Geleneksel biçimde Throwing Copper sonrası yaptığım geri dönüşte beni eşikte bekleyen debut Mental Jewelery'yi fazla "normal" bulsam da, Throwing Copper sonrasındaki yaptıkları Secret Samadhi ve The Distance To Here albümleri de gözümde 90'ların efsanelerindendir. Ayrı ayrı başlıklarda satırlar dolusu yorumlanmayı hak ederler. Grupta milenyumla başlayan düşüşün Ed Kowalczyk'in solo yapma sevdası yüzünden ayrılıkla sonuçlandığını söylemiştik. Throwing Copper'ı yapmış bir grubun düşüş veya ayrılık gibi kelimlerle yanyana anıldığını 90'larda duysam gülerdim. Albümün sonuna "hidden track diye koydukları Horse bile ortalama bir grubun albümünde en güvendiği şarkılardan biri olabilir rahatlıkla. Ama şimdilerde Ed KowalczykAlone diye kötü bir albüm yapıyor ve o kadar şaşırmıyoruz. Bir grup veya şarkıcının müzik hayatlarında Throwing Copper, OK Computer, Beaucoup Fish, Ten, Nevermind, Mezzanine vb. (hepsi de 90'lar sınırında tabiî!) gibi albümler yapmasının dezavantajlı bir yönü de var: Çıtayı öyle bir yükseltiyorsunuz ki, değil feriştahı, bizzat kendiniz bile onu aşamıyor. Throwing Copper da yaklaşık 20 yıllık Live tarihinde aşılamaz, öngörülemez, grileşemez bir yere sahiptir. Bir rock epiğidir. Tek başına bir şarkıdır kimsenin söylemeyi göze alamadığı...

1. The Dam at Otter Creek
2. Sellling The Drama
3. I Alone
4. Iris
5. Lightning Crashes
6. Top
7. All Over You
8. Shit Towne
9. T.B.D.
10. Stage
11. Waitress
12. Pillar of Davidson
13. White, Discussion
14. Horse

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder