10 Ocak 2020 Cuma

Ben Harper - The Will To Live


Ben Harper'ı ilk görüşümü unutmuyorum. 90'lı yılların birinde TRT'deki bir müzik programında Whipping Boy adlı şarkısının videosuna denk gelmiştim. Sound çok acayip gelmişti. Akustik ve slide gitarıyla country, ritmiyle rock, vokaliyle soul sesler veren bir şarkıydı. Daha önce duyduğum hiçbir şeye benzemiyordu. Sonra ümitsizce kasetçileri dolaşmaya başladım. Ümitsizce çünkü o dönemde çıkan kasetler bu tür bir müziğe pek prim vermiyordu. Neyse ki birkaç ay sonra bir gün raflarda üzerinde Ben Harper yazan Welcome To The Cruel World albümünü gördüm. 1994 tarihli bu albüm, Whipping Boy ile birlikte Like A King, Pleasure and Pain, Forever, Breakin' Down gibi başka güzellikler de içeriyordu. Geç sahip olduğum bu albümü daha tam sindirmemişken bu kez Fight For Your Mind raflarda yerini aldı. Oppression, Excuse Me Mr., Fight For Your Mind, Another Lonely Day ve dahası, keşfedilecek ve unutulmayacak yeni Ben Harper şarkıları demekti. Takvimler 1997'yi gösterdiğinde ise bu iki albümden süzülen farklı türlerin büyüyüp serpildiği o efsane albüm geldi: The Will To Live.

Ortalardaki akustik kısım dışında ritim gitarın hiç susmadığı, adeta şarkının üzerine kara bir bulut gibi çöktüğü açılış parçası Faded, Harper'ın mimiksiz vokaliyle tuhaf bir kimya oluşturuyor. Belki çok az monotonluk seziliyor ama bu kimyanın çekiciliği onu bastırıyor. Ardından Faded'ın yapısıyla hiç alakası olmayan, folk & roll sevimliliğini evsiz bir çocuğa uyarlayan Homeless Child geliyor. Enstrümantal akustik intromsu #3 sonrasında bizi karşılayan Roses From My Friends, Ben Harper'ın Türkiye'yi ziyaret edip konserler verdiği dönemde temelleri atılmış şarkılardan biri. Özellikle Pir Sultan Abdal'dan etkilenen Harper, bu şarkıda "The stones from my enemies / These wounds will mend / But I cannot survive the roses from my friends" diyor ki, bu sözlerin "Şu ellerin taşı bana hiç değmez / İlle de dostun bir tek gülü yaralar beni" dizelerinden esinlendiğini söylemişti. Şarkı sözlerindeki bilgeliği ayrıca bir yazı konusu olabilecek bu güzel insan için dünyanın neresinden olursa olsun, o kültüre ait böylesi dizeleri kendi dilinde şarkılarına yedirmesindeki incelik olağanüstü. Folk rock ise kendi coğrafyası için bu inceliğin en verimli aktarılabileceği tür. Çünkü dağın, taşın, doğanın, halkın içinden çıkan bir müzik bu.


Bağlama ile açılan enfes bir reggae olarak Jah Work ve bitkin, sıradan, ağır görünümüne rağmen özellikle nakaratıyla her seferinde zihnimi meşgul etmeyi bilen I Want To Be Ready albümün as oyuncuları olmasalar da askerleriydi her zaman. Kaset formatında A yüzü bu şarkılardan oluşmaktaydı. Kaset zamanlarında albüm bütünlüğünden ziyade sıkça A yüzü - B yüzü karşılaştırmasına girerdik. Bana uzun süre The Will To Live'in B yüzü daha iyi gibi görünmüştü. Albümle aynı adı taşıyan şarkı B yüzünün açılışıydı. Elektrikli slide gitarın coştuğu, Harper'ın bu kez mimikli vokalinin bu coşkuya eşlik ettiği şarkı, A yüzünün yorgun ama gururlu havasını enerjisiyle dengelemeyi başarıyordu. Gerçi o hava şahsen dağılmasını arzuladığım bir hava sayılmazdı. Pamuk gibi akustik bir beste olan Ashes'dan sonra Harper'ın bir kadın ağzıyla yazdığı, hatta hüzünlü bir kadın sesiyle söylediği Widow Of A Living Man geliyor ki, kadınların gördüğü şiddeti, ilgisizliği, hayal kırıklığını "yaşayan bir adamın dulu" olarak çok iyi resmediyor. Belki şarkıyı normal sesiyle söyleseydi bu kadar içe işler miydi bilemiyorum. Aslında biliyorum. Harper, şarkılarına bir karakter bahşeden, sonra da o karaktere göre vokal tonu belirleyen bir adam. Singer/songwriter olmak da bunu gerektirir.

"Her anafikrin bir hikayesi vardır / Her hikayenin de bir sonu. / Her savaşın bir zaferi vardır / Bir de sonucu." nakaratına sahip Glory & Consequence ile devam eden albüm, şarkının hafiften grunge ile olan ilişkisini kendi içinde hayranlık verici biçimde sertleştirip yumuşatmasıyla kuruyor. Bu sebepten onu Faded ve The Will To Live grubuna dahil edebiliriz. Albümün en sıkı anlarından biri de aksak ritmi, coşkulu nefeslileri, akıllarda 70'ler blaxploitation film sahneleri anımsatan soul ruhuyla fıkır fıkır bir funk rock olan Mama's Trippin' sayesinde yaşanıyor. Yine şahane bir nakarat tasarımı, yine profesyonel nüanslarla bezeli bir kafasına göre takılma hali. Harper albüm finalini ise hüzünlü akustik beste I Shall Not Walk Alone ile yapıyor. Her şarkısında mutlaka kendi tarzında evrensel temalara temas eden Harper, sevgiden, barıştan, kötülüğe karşı iyilikten, yardımdan, inançtan dem vuruyor. İçinde bir tanrı inancı olduğunu, fakat dinlere inanmadığını söyleyen bu büyük insan, müzik kanalıyla bilgeliğini tevazuyla yoğurmuş bir derviş gibi, omuzunda weisenburn gitarıyla dünyanın her yerine gidip insanlara bu şarkıları götürüyor. 99 tarihli Burn To Shine'dan sonraki albümlerini müzikal yönden pek sevmesem de, ona olan saygım, 90'larda yaptığı tüm albümlere olan sevgim hiç bitmeyecek.

1. Faded
2. Homeless Child
3. #3
4. Roses From My Friends
5. Jah Work
6. I Want to Be Ready
7. The Will to Live
8. Ashes
9. Widow of a Living Man
10. Glory & Consequence
11. Mama's Trippin'
12. I Shall Not Walk Alone

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder